MURAT SEVİNÇ
(Editörün notu: ABD’nin Minneapolis kentinde, siyah Amerikalı George Floyd’un polis şiddeti sonucu hayatını kaybetmesinin ardından başlayan eylemler vesilesiyle Murat Sevinç’in 11 Haziran 2016 tarihli yazısını tekrar paylaşıyoruz.)
Her anlamda ‘olağan dışı’ biriydi Muhammed Ali. Kolay iş değil; bir yanıyla boks/spor tarihinin gelmiş geçmiş en parlak insanlarından, diğer yandan 1960’lar ve 70’ler Amerika’sında ırkçılıkla mücadelenin sembollerinden. Olimpiyat şampiyonu, dünya şampiyonu. Kaybettiklerini yeniden kazanmak için bir insanın verebileceği azami mücadelenin ve kazanma hırsının ikonik figürü. İliklerine kadar isyankâr bir dövüşçü. Nitekim aşağıda özetleyeceğim gibi, İslam’a geçmesi de o ‘isyankârlığı’nın sonucu.
Türkiye açısından önemi, herhalde Müslüman bir ‘boks’ şampiyonunun ‘ezilenler’ adına yumruk atmasından. Türkçesi, ‘gavur’u pataklamasından. Memlekette bu kadar hayranı olmasının asıl nedeni bu olmalı.
Ortalama bir vatandaşın futbol maçlarında Alman’a karşı Brezilyalıyı, İngiliz’e karşı Kamerunluyu desteklemesinin gerekçesi herhalde futbol niteliğinden değildir… Malumunuz necip milletimiz bir yandan ezenin, ceberudun kuyruğuna takılıp çılgınca alkış tutmayı sevse de, diğer yandan içten içe dürüstlüğün ve omurgalı davranmanın, ezilenin yanında durmanın ‘erdem’ olduğunu bilir, hisseder. Bilir bilmesine de, olmayı denemez, zahmetli bulur!
‘Bana bir kötülükleri dokunmadı ki’
Muhammed Ali’nin spor tarihi açısından önemine dair söz söyleyebilecek durumda değilim. Yalnızca, bu denli sert bir sporu (ki spor olup olmadığı da tartışılıyor) böylesine estetik hale getirebilen fazlaca boksör olmadığını biliyorum. İzlemesi hakikaten çok zevkli biriydi.
Beni bu yazı açısından asıl ilgilendiren, siyasi konumu ve bir sevgili dostumun ifadesiyle, ‘ırkçılık ve savaş karşıtı ifadelerinin yalınlığı, o yalınlığın karşı çıkılamaz doğruluğu.’ Vietnam Savaşı’na katılmayı reddedişindeki gibi: “Bana bir kötülükleri dokunmadı ki onlarla savaşayım!” Buna nasıl itiraz edilebilir?
Bugüne dek Muhammet Ali’yle, daha doğrusu ırkçılık karşıtı mücadelesiyle ilgili bir iki satır okumuşluğum vardı. 1970’lerdeki bazı konuşmalarını dinlemiştim. Okuduğunuz yazıyı kaleme almak için bir haftadır her fırsatta okuyup bazı konuşmalarını bir kez daha dinledim. Özellikle iki kaynak çok işime yaradı. İlki, Muhammed Ali’nin yaşamı üzerine kitap yazmış David Remnick’in, vefat ettiği gün The New Yorker’da yayınlanan ‘The Outsized Life of Muhammad Ali’ (Muhammed Ali’nin koskoca/sıradışı yaşamı) başlıklı makalesi.
Diğer kaynak, Ali’yle yapılmış söyleşilerin videoları. Bu yazıyı okuyan özellikle genç yaştaki arkadaşlarımız pek bilemeyebilir. İngiltere’de, kendisine ‘Sir’ unvanı verilmiş çok önemli bir ‘sohbetçi’ TV yıldızı var. Şimdilerde 80’li yaşlarında ve artık program yapmıyor. Zatın adı, Michael Parkinson. Parkinson’ın dünyaca ünlü insanlarla yaptığı nefis sohbetler mebzul miktar. Çoğu Youtube’a konulmuş görünüyor. Hararetle öneririm. İşte bu sohbetlerden biri Muhammed Ali ile. Aslında üç kez buluşuyorlar, ancak 1970’lerin başındaki buluşma özellikle önemli. Irk ayrımcılığına bakışını, İslam Ulusu adlı cemaatin lideri Elijah Muhammet ile tanışmasını, Müslüman oluşunu vs. burada tane tane anlatıyor. Tabii bakmayın tane tane dediğime, müthiş mizah zekâsının eşlik ettiği son derece hızlı konuşmasıyla! Söz konusu sohbetin can alıcı bölümünü de buraya ekliyorum.
Cassius M. Clay, onun ‘kölelik’ adı
Muhammed Ali’nin, Müslüman olmadan önceki adı Cassius M. Clay ve bu adı ‘kölelik adı’ olarak tanımlıyor. Parkinson ile sohbetinde adına ve adı ile inancı arasındaki bağlantıya dair söyledikleri hem son derece esprili, hem de aslında o tarihte henüz İslam inancıyla Müslümanlar hakkında pek bir fikri olmadığını belli eden türden ifadeler…
Parkinson’a söylediği ve sonrasında çok meşhur olan sorusu, “Why is Jesus white?” (İsa neden beyaz?) mesela… Söyleşide, çocukken çok meraklı olduğunu ve annesine bazı sorular yönelttiğini ve bir konuyu hep merak ettiğini söylüyor; tabii yine zeki dalgacı üslubuyla: “Neden çevremizde her şey beyaz? Neden İsa sarışın, mavi gözlü bir beyaz? Melekler, Papa, Meryem neden beyaz? Özellikle melekler. Neden bütün melekler beyaz? (siyah melekler, mutfakta ballı süt hazırlıyor olmalı!) Tarzan, Afrika ormanlarının kralı ve beyaz. Hem o Tarzan hayvanlarla konuşurken, Afrika’nın göbeğindeki siyahlar bunu beceremiyor. Amerika güzeli daima beyaz. Dünya güzeli daima beyaz. Başkan, Beyaz Saray’da yaşıyor. Noel Baba beyaz. Ve tabii kötü olan her şey siyah. Kötü şans getirdiğine inanılan ‘kara kedi’ gibi. Şantaj (blackmail) gibi…”
‘Simgeler’ üzerine nefis saptamalar değil mi?
Ali, 1960 Roma Olimpiyat Oyunları’nda altın madalya alıyor. Yine Parkinson’a anlattığına göre, madalyasıyla dönünce özgüvenle, bir şampiyon olarak şehir merkezine gidiyor ve oturduğu kahvede bir fincan kahve ve sosisli sipariş ediyor. Garson kadından aldığı yanıt, “Zencilere servis yapmıyoruz!” Ali bunun üzerine altın madalyasını nehre atıyor ( O madalya, olimpiyat ateşini yaktığı 1996 Atlanta Olimpiyatları’nda kendisine ‘iade’ edilmiştir).
Ali, derisinin rengi nedeniyle kendisine ve diğerlerine yapılan haksızlıklar, Hıristiyanlık, rahipler arasında bağlar kurduğunu söylüyor ve sonunda İslam’ı seçmesini, büyük ölçüde bu bağlarla açıklıyor. Örneğin yine Parkinson’a (başka söyleşilerde de) ilk adının ‘kölelik adı’ olduğunu, kendi rengine İslam’ın ve Müslüman isimlerinin uygun düştüğünü açıklıyor. Yukarıda, İslam hakkında aslında pek fikri yok derken kastım buydu. Büyük ölçüde tepkiden, daha doğru ifadeyle ‘isyan’dan kaynaklanan bir tercih söz konusu…
‘Ringde beyazları eğlendiren iki küçük maymun/köle’
Onu yaşamında en çok etkileyen ‘olaylar’ın başında, ‘dik dik bakma’ hatasını (!) işlediği için beyazlarca öldürülüp nehre atılan henüz 14 yaşındaki siyah çocuk Chicago’lu Emmett Till’in gazetedeki yüzü geliyormuş. En çok etkileyen insanların başındaysa cemaatine girdiği Elijah Muhammed. İşin doğrusu hiç matah değil bu adam. Hayli radikal ve (yine) ırkçı eğilimleri olan biri ve beyazları ‘mavi gözlü şeytanlar,’ siyahları Allah’ın seçilmiş kulları olarak tanımlıyor. Muhammed Ali’yi cemaatin popüler yüzü olarak kullanıyor ve hatta rivayet odur ki Ali’nin bir ara epey yakın arkadaşı olan Malcolm X’e düzenlenen suikastta parmağı var. Ali’nin onun ölümünden sonra kendini bulduğu ve daha doğru bir İslam yorumunu benimsediği, bir başka görüş.
Sözün özü, ırkçılık karşıtı mücadelede, tüm günah ve sevaplarıyla sembol bir isim Muhammed Ali. Hatta (özellikle) iki siyahın boks yaptığı anları dahi ‘ringde beyazları eğlendiren iki küçük maymun/köle’ sözcükleriyle tanımlayacak kadar açık sözlü. Din değiştirdiği ve tabii özellikle Vietnam’a gitmeyi reddettiği için uzun süre kendi memleketinde hiç hazzedilmeyen, en ağır başlı köşe yazarlarınca ‘savaş karşıtı bitli serseriler’ ile karşılaştırılan ve yakalandığı hastalıktan sonra (1980’lerde), ayrıca değişen koşulların ve gelişen insan hakları düşüncesinin etkisiyle, giderek sevilip takdir edilen biri.
Peki, Türkiye’deki bu yaygara neden? Yukarıda bir iki olasılığa değindim ama açıklamaya yetmiyor. Neden, riyakârlığın, ırkçılığın ve ayrımcılığın milli spor olduğu bir memlekette, yaşamı boyunca ilkelerinden ödün vermemiş birinin kaybı, hele ki siyasi düzeyde ses getiriyor? Daha iki gün önce havuzun paçavralarından biri, PKK’nin Vezneciler saldırısı sonrası ‘Zerdüştler’ manşeti atmadı mı? Zerdüştlerin de yaşadığı ve yurttaşı olduğu Türkiye’de…
Savaş karşıtı bir ‘vicdani retçi’den söz ediyoruz
En acı anısını dahi mizahi ve son derece keskin bir dil/zekâyla aktarabilen birinden söz ediyoruz. Savaş karşıtı bir ‘vicdani retçi’den söz ediyoruz (ki açık AİHM kararlarına rağmen bizim okuması kıt yargıçlarımız, vicdani retçiliği hala kabul etmedi!). Din değiştirmiş, inancının sembollerini, insanını, din görevlisini sert biçimde yerebilmiş birinden söz ediyoruz. Ülkesinin savaşını reddedip geri adım atmadığı için unvanından, madalyasından olan, işini yapması engellenen birinden söz ediyoruz. Ödünsüz birinden söz ediyoruz…
Muhammed Ali Türkiye’de yaşasaydı (daha doğrusu yaşamayı başarabilseydi!) ve orada yaptıklarını burada deneseydi, kanı bozuk, sütü bozuk bir vatan hani olarak damgalanmıştı milliyetçi mukaddesatçı tosuncuklarımız tarafından!
Merak etmiyor değilim, acaba yaşamının son yıllarında kendisine ‘1970’lerde benim de siyah arkadaşlarım vardı’ diyen olmuş mudur? Ya da o yıllarda, ‘Aslında siyah diye bir ırk yok, Güney arazilerinde çalışan beyazlar güneş altında kavrula kavrula…’ diyen var mıydı?
Muhammed Ali, büyük insandı. Her önüne gelenin okuyacağı duaya ve teessürüne gerek duymayacak, büyük bir insan. Allah rahmet eylesin…
Öneri notu: Cenazesinde, özellikle Haham Michael Lerner’in yaptığı konuşmayı da hararetle öneririm.