MURAT SEVİNÇ
Bu yaşıma dek, Filistin topraklarında olup bitenler ve muhtelif ulusal sorunlar konusunda birkaç sayfa okumuşluğum, konuya ilişkin dış politika tartışmalarını yüzeysel de olsa takip etmişliğim var. Ve bu yaşıma dek, herhangi bir konuda yüzeysel-seçici okumalar ve sınırlı deneyimle elle tutulur yorum yapılamayacağını, bir olguya dayanarak sarf edilen her sözün, bir diğer somut olguya çarpıp tuz buz olacağını da öğrendim neyse ki.
Başlangıç cümleleri, ‘Bir konuda yalnızca uzmanlar konuşmalı’ yargısını savunmuyor. Buna mukabil, herhangi bir polemikte, elle tutulur, tutarlı ve ikna edici bir şeyler söyleyebilmek, farklı açılardan bakabilme donanımını gerektiriyor. Asgari çekingenlik, kuşku duymak, konuşulan süreden daha fazlasını öğrenmeye ayırmak, işi yazıp çizmek olan herkese gerekli nitelikler.
Hal böyleyken, Hamas’ın İsrail ve İsraillilere yönelik saldırısı ve sivil katliamı sonrasında ‘Filistin sorunu’ yorumlamak haddim değil. Burada, şu son iki günde sosyal medyada neyin nasıl konuşulduğu ve giderek görünür hale gelen tatsız ‘tutumlar’a dair birkaç not düşmek istiyorum.
Bir yanda, tarihi boyunca farklı coğrafyalarda türlü zorluklar yaşamış ve soykırıma uğratılmış bir halk ile o halkın tartışmalı biçimde kurulan devletinin on yıllar boyu toprağını genişletip Filistinlileri bir açık hava hapishanesine sıkıştırarak mütemadiyen eziyet ettiği gerçeği var. Diğer yanda, İsrail’in, yer aldığı coğrafyada iyi kötü demokrasi (ve hatta son derece özgün yerel yönetimler) inşa edebilmiş nadir bir devlet olduğu. Yalnızca şu son günlerde olanlara bakalım: İsrail solu (Hamas saldırısı ardından) hükümetini eleştirdi, İsrail Komünist Partisi yaşananların sorumluluğunun faturasını hükümetin başındaki Netanyahu’ya kesti, meşhur Haaretz gazetesi editör yazısında, savaşın sorumlusunun Netanyahu olduğunu ilan etti vs. İsrail’de, hükümetin giriştiği bir anayasa değişikliğine karşı aylardır yüz binlerce İsrailli’nin meydanlarda protesto gösterisi düzenlediğini de hatırda tutalım.
Saydığım ‘durumlar’ın, bırakın Ortadoğu’yu, Türkiye’deki karşılıklarını düşünün bir an. Aynı durumda o gazetenin başına ne gelir, sol/sosyalist partiler nasıl açıklama yapar, muhalif yurttaş nasıl tepki gösterir vs. Demek ki Filistinliler üzerinde şımarıkça şiddet uygulayan İsrail’de yıllardır, devletinin siyasetine kaşı çıkan İsrail yurttaşları, protestocu çok sayıda sol muhalif kişi ve kurum var. Şimdilik!
Söylemek istediğim, yurttaş görmezden gelindiğinde, devletin uyguladığı ırkçı şiddete karşı çıkmak ile İsrailli/Yahudi karşıtlığı arasındaki çizgi bir anda silikleşebiliyor ve o hayatî çizgiyi görünmez hale getirmek için çaba harcayan az değil.
Hamas’tan ibaret olmayan, güçlü sosyalist bir geçmişe sahip Filistin mücadelesi, Türkiye’de asıl olarak solun/sosyalistlerin davası olageldi ve doğrusu, Türkiye’deki İslamcıların ilgi alanına girmesinde, dincileşmenin ‘orada’ ve ‘burada’ gördüğü desteğin azımsanmayacak payı var. Çıkarları gereğince dinciliği teşvik eden de laik-seküler Batı oldu.
Türkiye’de sosyalistlerin Filistin mücadelesini desteklediği devirde, İslamcılar Boğaz’a demirlemiş ABD savaş gemilerinin muhafızlığını yapıyor, ‘sosyalist’ gençlere karşı ABD çıkarlarını koruyordu. Yıllar sonra iktidar olan ve çeyrek yüzyıla yakındır ülke yöneten siyasal İslamcıların ‘hak’ ve ‘adalet’ kavramlarıyla ilişkisinin niteliği ve ‘dava’ derken neyi kastettikleri artık herhalde anlaşılmıştır, uzatmanın âlemi yok.
Yazının asıl konusu…
Kamusal alanda ne tartışılırsa tartışılsın -eğer hatalı bir gözlem değilse- sosyal medya/dijital platformlar, diğer araçlardan çok daha güçlü etki yapıyor, kamuoyunu büyük ölçüde yönlendirme gücüne sahip. Bu olağanüstü gücün, kullanıcıların davranışını etkilememesi mümkün değil.
Diyelim bir yazarsınız, birkaç yüz bin takipçiniz var ve herhangi bir gelişmede o takipçiler sizden bir şey söylemenizi bekliyor. Galiba bir süre sonra takipçilerin beklentisiyle takip edilenin söz söyleme arzusu birbirini beslemeye ve söz konusu arzu giderek diğerine üstün gelmeye başlıyor. Bu kadar aceleci, düşünülmemiş, tartışmaya kapalı ve köşeli yorumun başka bir açıklaması olamaz.
Fakat yorum bolluğu ve karmaşa, belli başlı toplumsal-siyasal-kültürel marazların hızla görünür olmasını da sağlıyor. Son günlerin sosyal medya muharebesi de böyle bir işlev gördü.
Sol/sosyalist parti ve kişiler Filistin direnişinin yanında yer aldı, solun tarihiyle tutarlı biçimde. Ancak -takip edebildiğim kadarıyla- sosyal medyada epey tepki gösteren oldu. Partiler ve ilgili kişilerin paylaşımlarının altına yazılanların bir kısmını okudum. Kızgınlığın muhtemel gerekçeleri üzerine düşünmek gerekiyor.
Bana kalırsa şaşırtıcı olmayan bir durum, şu ya da bu eğilimi nedeniyle sol partilerin potansiyel seçmen tabanı konumundaki laik-seküler kesimin bir kısmının konuyla ilgisizliği ve bilgi yetersizliği. Bazı yazarların hayretle karşıladığı bu halin artık ülke gerçeklerinden biri olduğunu kabul etmekte yarar var. Türkiye ahalisi, herhangi bir konuda bir şey öğrenilmemesi ve hiçbir şeyin sorgulanmaması üzerine inşa edilen bir eğitim tornasının ürünü. Son yıllarda durumun eskiye nazaran daha vahim hale geldiği malum.
Sol partilerin, gerek var olan gerekse potansiyel tabanının bir kısmı da partilerinin ve konumuz olan Filistin mücadelesinin eylem ve düşünce geçmişini pek merak etmemiş. Başkaca pek çok şeyi yeteri kadar merak etmediklerine de kuşku yok. Partilerin, ideolojileriyle dayandıkları kitle arasında bir bağ kurup kuramadıklarıyla ‘da’ ilgili bir sorun bu. Merak duymak zorunda mı, bu başka mesele.
Ayrıca, özellikle genç insanların yıllardır nasıl bir ideolojik bombardımana maruz kaldığını hesaba katmak gerekir. Şöyle bir düşünelim, 50 yıl öncesinin direniş sembollerinden Leyla Halid, günümüz Türkiye’sinde (hatta Batı’da) hangi terimle anılır? Peki, Demirtaş gibi biri idam edilsin diye çığlık atılan ve hazzedilmeyen kim var kim yok teröristlikle itham edilen boğucu koşullar, yıllar içinde yalnızca AKP / Cumhur seçmenini mi dönüştürdü?
Partilerin ve çok takipçili sosyalist yazarların paylaşımlarının altındaki yorumlarda, Mandela terörist olarak anılabiliyor, örneğin. Pek yakında, ‘1789’da Fransa’da, 1917’de Rusya’da ‘askeri darbe’ oldu’ satırlarını okuyabiliriz ders kitaplarında. Yeri gelmişken, şimdi İsrail devletinin uygulamalarından yana olanlar 1950’lerde yaşasaydı, Cezayir’e karşı Fransa’nın yanında olacaktı kuşkusuz. Sahi, DP (Demokrat Parti) dış siyaseti Fransa’yı desteklemişti değil mi?
Adını ‘gerçeklik ötesi’ devir mi, yoksa postmodern saçmalıkların kitleleri dünya genelinde iyice acayipleştirmesi mi koymak gerekir, bilemem… Ancak hâlihazırdaki dünya ve Türkiye’de olup biteni bambaşka algılayıp dile getiren yığınlar var. Sol parti ve kurumlar söz konusu değişimi nasıl ele alacak, alacak mı, bunu bir sorun olarak mı görecek, yoksa olağan karşılayıp yeni bir şeyler söyleme ihtiyacı mı hissedecek… göreceğiz.
Bir de şu var; Hamas’ın İsrailli sivilleri öldürmesini aklı başında herkesle birliktekınamasına, Hamas’ın değil, ‘Filistin halkının mücadelesinin’ yanında olduğunu ısrarla ifade etmiş olmasına karşın, sosyalistlerin Hamas’la aynı yerde durduğunu varsayan çok insan oldu. Tepkilerin bir kısmı, ülkemizdeki yaygınlığı bilimsel çalışmalarla ortaya konulan ‘okuduğunu anlamama’ sorunundan kaynaklanıyor olabilir, ancak okuduğunu anlayıp eleştirenler daha az değil. Demek ki bu bir sorun ve üzerine konuşulmalı.
Çoğunluğu laik seçmen tabanına dahil yurttaşın, sosyalistlerin açıklamalarına sinirlenmesinin ve onları neredeyse Hamas’la bir tutmasının başlıca iki gerekçesi olduğunu düşünüyorum: İlki, yukarıda söylediğim gibi, konuyu pek bilmemek, ilgilenmemek, son yılların hâkim ideolojik söyleminin etkisinde kalmak olabilir. İkincisi, laik-sol toplumsal kesimlerin, 21 yıldır süren AKP iktidarının temsil ettiği değerlere yönelik tavrı.
Bu tavır artık bir vaka Türkiye’de ve görmezden gelinmesi mümkün değil. Siyasal İslamcı iktidardan bıkmış, özel ve kamusal yaşamında giderek daha dar bir cendereye sıkışan milyonların, dünyanın herhangi bir yerinde şu ya da bu amaçla hareket eden dinci bir örgütlenmeye sempatiyle yaklaşmasını beklemek gerçekçi değil. Memleketin içinde bulunduğu durumu ve sade yurttaşın günlük yaşam kaygılarını dikkate almayan, son 20 yıl yaşanmamışçasına yapılan her değerlendirmenin eksik-hatalı olacağı kanısındayım.
Politik bilince sahip ya da değil, pek çok laik yurttaş için ‘ABD-Avrupa ve onların desteklediği ülkeler’ her şeye rağmen medeniyeti, ‘Hamas ve muadilleri’ anti-medeniyeti temsil ediyor. O Batı’nın, bu coğrafyada sola karşı dinci örgütlenmeleri yaratmak için nasıl canhıraş çaba harcadığının filan pek bir önemi kalmıyor.
Dolayısıyla, Filistin direnişini dini saiklerle destekleyen İslamcılar ile giderek güçlenen Arap antipatisinin katkısıyla Netanyahu’nun savaş siyasetine hak verebilen laik bir kesim, karşı saflarda hizalanmış, insan hakkı ihlalleri ve savaş hukukunu hatırlatanlara birlikte sövüyor.
Bu cinnet halini daha fazla konuşmak gerekiyor. Ne değişti bu toplumda, yeni söz (ler) nasıl edilecek, eski sözler yeni kuşaklara nasıl anlatılacak, anlatmak şart mı, vs.
Yazı çok uzadı, ancak, bir şey daha söylemeden bitirmek istemiyorum.
Sol-demokrat çevrelerin kendilerinden beklendiği gibi Filistin halkına sahip çıkarken, Hamas’ın sivillere yönelik cinayetlerini kabul edilmez bulması önemli. Ancak, bu ülkede insan bir yaşa gelene dek, kimi solcu-demokratların ‘başka ülkelerin ezilen halkları’na daha rahat ve istekle sahip çıkabildiğine tanıklık ediyor. Bugün sivillerin öldürülmesine haklı olarak tepki gösterenlerin bir kısmı, daha birkaç yıl önce bu topraklarda ‘sivil’ bir kadının cenazesinin günlerce asfalt yolda yatmasına, küçük bir kız çocuğunun cenazesinin bir hafta boyunca buzdolabında bekletilmesine dair tek bir cümle dahi kurmamıştı. Örnekler çoğaltılabilir.
Riyakâr hallerini mide bulandırıcı, kendilerini son derece utanmaz buluyorum.
Yazı, Bertolt Brecht’in hiç eskimeyen ve görünen o ki eskimeyecek güzelim şiiriyle sona ersin:
Bu gelen savaş ilk değil.
Çok savaş oldu bundan önce.
Bittiği gün en son savaş
bir yanda yenilenler vardı gene,
bir yanda yenenler vardı.
Yenilenlerin yanında
kırılıyordu halk açlıktan.
Yenenlerin yanında
Halk kırılıyordu açlıktan.
Yazı önerisi: Sevgili meslektaşım Erhan Keleşoğlu ile konuya ilişkin çok kısa bir mülakat.
Bir video haber önerisi: Diken’de yayınlanan şu haberi kaçırmanızı istemem. Filistin’in Britanya Büyükelçisi Husam Zomlot’u misafir eden BBC programcısının ‘kınama’ zorlaması ve Büyükelçi’nin yanıtı seyretmeye değer.