Çirkinlikte yarış kıyasıya devam ediyor. ‘Böylesi bir yarışın kazananı olmaz’ demeyin sakın, işin bu yanı ne kazanmanın peşinde oldukları, olduğunuz, olduğumuz! Nitekim,Türkiye’nin tüm yarışmacıları gözünü birinciliğe dikmiş, olmadı ikincilik, olmadı üçüncülük, en azından teselli mükafatı. Belki biz de ‘vicdan ödülü’ peşindeyizdir, ne dersiniz?
Başta iktidar önde gidiyordu, asıl peşinde olduğu ‘büyük ödül’ yolunda ayağına takılabilecek her şeyi örtbas etmek için çok ama çok çirkinleşmek gerekti, gereği yapıldı. Bir yandan ‘kaza’, ‘kader’, ‘şehitlik’, diğer yandan tekme, tokat, gözaltı…
Ödleri koptu iktidarları sarsılacak diye
Sonunda bir rezaletten bir kahramanlık destanı bile çıktı. Bakan bey, üç gün aynı gömleği giymiş, ne büyük bir fedakarlık! Hem sanki her gün değiştirdikleri gömlekler temizmiş gibi. Gözü kara, vicdanı kara, aklı kara, fikri kara iktidarlarının kiri, değil gömleklerine, derilerine bile kazınmamış gibi.
İktidar mensupları da, destekçileri de, 301 can kaybına çok ama çok üzüldü. Ödleri koptu iktidarları sarsılacak diye. Asıl dertlerinin ne olduğunu gizleyemiyor gözyaşlarının sahteliğini. Gerçek bir hüzün, keder ve utanca boğar insanı, eli belinde laf dalaşı neyin nesi?
Dahası, utanıp sıkılmadan, kederin isyanına karşı hüznün sessizliğini telkin etmekte birbiriyle yarışıyorlar. Yaslı insanlar ve onların haklarını savunanlar sussun ki foyaları sonsuza kadar açığa çıkmasın. Herkes sussun ki sadece onların sesi duyulsun, sesleri herkesi sindirene, yıldırana kadar sadece onlar konuşsun. Onlar bağırsın, onlar çağırsın, onlar suçlasın, ta ki sözleri üzerine söz söyleyecek kimse kalmayana kadar.
Ölüm tarlasına dadanan akbabalar yok değil
Yaslı insanları savunma, isyanlarını paylaşma adına ortalarda dolaşanların bazılarını da iyi tanımakta, akla karayı ayırmakta fayda var. İşin o yanı da pek masum sayılmaz ve ölüm tarlasına dadanan akbabalar yok değil.
İşte sonunda, telaşla ölüm tarlalarının üzerini kapatmaya girişenlerle, bu tarlalara üşüşenlerin dalaşı her şeyin üzerini ziftle örtmek için son perde olacak gibi görünüyor. Birbirlerine o kadar benziyorlar, birbirlerini o kadar iyi anlıyorlar ki çirkinlik yarışmasında finale beraber koşmaları kaçınılmaz.
‘Müstahak’lar ve ‘Niyazi’ler
Boşverin inkarı, birileri için, ölenler iktidar partisine oy verdikleri için aslında ‘müstahak olanlar’, hiç yoluna giden ‘Niyaziler’. Onların yüzünden rahatı kaçıyor, Niyazi olmayanların. Bir musibetin kurbanı olanlar, o musibetin sebebi neredeyse. İktidara hayat öpücüğü verenler işte böyleleri. Onları dillerine dolayanların da derdi, ölenlerin, kalanları derdi değil. Ne yazık ki, kavgaları ardından sırıtan kara muhabbetlerini, makus kaderimiz sanıyoruz.
Derdi sahiden emek olan, sömürü olan, can olan, canı yanan ve çoğu emekçi olanları, onların çabalarını tenzih ederim. Ama bunun dışında, bugün ortalara dökülenlerden kaç kişi vardı bugüne kadar? Nihayet fukaranın halleri, makus kaderi ancak muhafazakarların iktidarında akıllarına düştü birçoğunun. ‘Niyaziler’in TV programlarına davet edilmesi, haber olması, insan olduklarının hatırlanması için topluca ölmeleri ve dahası bu iktidar döneminde ölmüş olmaları gerekti.
Gelelim ‘güzide’ seyircilere
Gelelim, çirkinlik yarışının ‘güzide’ seyircilerine. Yarışmayı iktidar localarından izleyenler, bir çirkinlik yarışmasının seyircisi olduklarını unutmuş gibi veya unutturma gayreti içinde yine pek ‘analitik’. Düne kadar, tüm ferasetlerini, son derece sıradan bir muhafakazakar otoriter siyaseti, özgünleştirme, pespaye olanı yüceltmek için kullanmakla meşguldüler. ‘Durmak yok yola devam!’ Belli ki ‘Durursak düşeriz’ telaşı içindeler. Çirkinlik yarışmasının, onun mahalle kavgasının etrafında dolanmaya başlayan da var, iktidara çiğdem sapıyla şöyle bir dokundurma cesareti bulan da.
Nobelli yazar, ‘kredi kartçı sufi’
İktidar locasının dışındakiler ise türlü türlü. Ve nihayet Nobelli yazarın bile lütuf kabilinden birkaç söz döküldü değerli dudaklarından, dünya alem bu konuyu konuşunca, ‘alem’in dışında kalmaya tahammülü olamazdı zaten. ‘Kredi kartçı sufi’ bir diğeri de, duyarsız kalamadı, uyku mahmuru birkaç söz de ondan. Beyaz dünyada daha az ünlü benzerleri çok ve hepsi sahnede yerini almış durumda.
Artık çirkinlik yarışının seyirci sıralarından yükselen homurtular, alkış gibi geliyor kulağımıza…
Kocamış profesörün hali
Son gözüme takılan, kocaman, kocamış bir profesorün, karşısındaki işçiye ‘fil adam’ gibi bakışı. Soma hatrına, aynı programa düşmüşler; madenci konuştukça hayret içinde kalıyor. ‘Neler söylüyor bu adam?’ Bir türlü anlamıyor, alışmamış böyle biriyle konuşmaya; utanmasa ‘beyaz Türkçe’ye çevirecek bir tercüman isteyecek. Yoksa sahiden anlamıyor mu? Sanki ilk defa duymuş. ‘Taşeron mu?’, ‘Kaç lira ücret alıyorlar?’ Bir türlü tam anlayamıyor…
Neyse ki, anlayınca ‘rahatlıyor.’ ‘Asgari ücretin iki katı’ymış, ‘Bu ücrete işçi canını riske atar’mış.
Ne kadar ıssızmış dünyası, hiç insana değmeden hangi değirmende ağartmış saçlarını?
Güya ne kadar ‘akılcı’; soğuk akılla, kara vicdanın buluşması ne kadar acıtıcı!