Önümüzdeki dönemde, her kim başkan seçilirse seçilsin, ABD’nin nasıl bir dış politika uygulayacağına ve bu konudaki tartışmanın unsurlarına, taraflarına bakmakta yarar var. İki temel öngörüde bulunmak mümkün: Birincisi, ABD’nin bir sonraki yönetimi dünya ile fazla ilgilenmek istemeyecek ve muhtemelen çok içe dönük olacak. İkincisi ise, ABD’nin katkısı olmadan dünyada yeni bir düzen kurulamaz.
Obama dönemi bugünden geriye dönüp bakıldığında, ABD açısından kısmi bir restorasyon dönemi sayılmalı.
Ekonomisi büyüyen, teknolojik atılımları süren ve enerjide giderek kendisine yeterli hale gelen bir ABD’nin, dünya düzeninin yeniden şekillendirilmesinde belirleyici bir etkisi olacak.
Dünya sisteminde ekonomisi üretime, teknolojik yenilenmeye, dünya üretim zincirinde vazgeçilmez bir yere sahip olmaya dayanmayan ülkelerin, ‘büyük güç’ olmaları mümkün değil. Hayallerle, laf ebeliğiyle ve ittifak kurma becerisi göstermeden dünya sistemi içinde saygın ya da etkili bir konuma gelinemiyor. ABD, bunları becerebildiği için ön plana çıkacak ve Çin ile Rusya’dan daha avantajlı bir konumda olacak. Avrupa ancak ‘yardımcı oyuncu’ kategorisinden sahneye çıkabilir.