BAHADIR KAYNAK
@bahadirkaynak
Yılın sonlarına yaklaştıkça bu sene için umulan iyimser gelişmelerin gerçekleşmediğini, bilakis yeni olumsuz şoklarla karşılaştığımızı söyleyebiliriz.
Ukrayna savaşı sürecek
Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşın sonlanması, meselenin yeniden müzakere masasına çekilmesi için ufukta bir belirti yok. Kiev’in yazın gerçekleştirdiği karşı saldırı on binlerce yeni ölünün dışında sahadaki gerçekliğe yeni bir şey eklemedi. Aşağı yukarı aynı yerde sabit kalan cephe hattı tarafları orta yol bulmaya sevk etmedi.
Buna karşın hala yeni silahların dengeleri değiştireceği beklentisi var. Ukrayna’ya verilen / verilecek F-16’lar bir etki yaratmadan uzun menzilli ATACMS füze sistemlerinin teslim edildiği ve kullanılmaya başladığı açıklandı. Hatta hafta içerisinde bu silahlarla yapılan bir saldırıda Rus üssünün vurulduğu ve çok sayıda helikopterin yerde imha olduğunu duyduk.
Herhalde bu sistemlerin yaygın biçimde kullanılmasıyla Ukrayna’nın nihayet Rusya’nın inadını kıracağı umuluyor. Elbette her zaman olduğu gibi ABD’li yetkililer teslim edilen silahların sadece Ukrayna’nın kendi sınırları içinde kullanılabileceğini, Rus topraklarının vurulmayacağı konusunda garanti alındığını söylüyor.
Buna rağmen Putin hafta içerisinde Doğu Akdeniz’deki ABD uçak gemilerinin kendi hipersonik füzelerinin menzili içinde bulunduğunu söyledi. Böylelikle Ukrayna’nın Batılı müttefiklerinin giderek tırmanan askeri desteğine Kremlin her zamanki gibi savaşın yayılması tehdidiyle cevap vermiş oldu. Genelde bu çeşit bıçkın beyanları Medvedev’in ağzından duyardık ama bu defa Putin’in dillendirmesinin tehdidin daha ciddi olduğu şeklinde yorumlanması da mümkün.
Neticede daha önce iyimser senaryo olarak bir kenara yazdığımız 2023 içinde bir müzakere masası kurulması ihtimalinin rafa kalktığı söylenebilir. Savaş devam edecek ve Batı ile Rusya arasındaki hesaplaşma önümüzdeki seneye tünelin ucunda bir ışık görünmeksizin sarkmakta.
Gazze’de turpun büyüğü heybede
Biz var olan çatışmaların sönümlenmesini beklerken iki haftadır Hamas’ın İsrail’e yönelik ani saldırısıyla Ortadoğu’da yeni bir şiddet döngüsüne girilmesini konuşuyoruz. Üç çeyrek yüzyılı tamamlayan sorunun ortadan kalktığı da yok, parlayıcı özelliğini yitirip dondurulabilme olasılığı da. İsrail’in Filistin meselesini kendi hedefleri doğrultusunda kapatmakta olduğu, meselenin küresel siyasetteki ağırlığının azaldığı düşünülürken Hamas’ın hamlesi birçok dengeyi alt üst etti.
Şiddet tırmanıyor ama hala turpun büyüğü heybede. Gazze’ye İsrail ordusunun kara harekâtı korkuyla bekleniyor.
ABD Başkanı Joe Biden’ın açıkça İsrail yanlısı beyanları başta Türkiye olmak üzere Müslüman toplumun sinirlerini zıplattı. Ancak herhangi bir Amerikan başkanının bu koşullarda farklı bir çizgi tutturması pek olası değil. ABD’nin İsrail’in güvenliği için otomatik garantör konumunda olacağı, sırtı denize dayalı bu devletin varoluşsal bir krize girmesine izin vermeyeceği açık. İşin içine Amerikan siyasetinin kendi dinamikleri de girdiğinde konuya tek taraflı bakan, Filistinlilerin maruz kaldıkları şiddete duyarsız bir güç portresi kaçınılmaz olarak ortaya çıkıyor.
İsrail’in önümüzdeki dönemdeki davranış biçimini kestirmek de zor değil. Kendi varlığını garantiye almak için Filistin halkınınkini yok sayması gerektiğini düşünen yönetim için Hamas saldırısı mutlaka karşılık verilmesi ve tekrarının önlenmesi şart olan bir felaket. Bütün teknolojik üstünlüğüne rağmen böylesine gafil avlanan ve ağır kayıplar veren İsrail’in Gazze’deki durumu kalıcı olarak değiştirmeden kabullenmesi beklenemez. Çok sık telaffuz edilen senaryo, Gazze’deki nüfusun Mısır’a doğru sürülmesi, olmazsa en azından İsrail sınırından daha uzağa, güneye doğru itilmesi.
Daracık bir şeride sıkışmış 2 milyonun üzerinde insanın daha da preslenmesi nasıl düşünülüyor, bekleyip göreceğiz.
Öfke de artacak
Mısır ve Ürdün yönetimlerinin de Filistinlilerin kendi ülkelerine sürülmesini kabul etmeyeceğini söylemesi içinden çıkılmaz bir durum yaratıyor. Gazze’de iyice mevzilenmiş, sivil kayıplarına rağmen direnmeye kararlı bir Hamas ile Filistinli sivillerin hayatları konusunda duyarlılık göstermeyeceğini bildiğimiz İsrail arasındaki çatışma hayli keyifsiz bir dönemin eşiğinde olduğumuzu gösteriyor.
Elbette daha şimdiden vurulan hastanelerin, okulların, ibadethanelerin, sivil yerleşimlerin kanlı görüntüleri yürekleri dağlıyor. Türk kamuoyunda önce İsrail’e, daha sonra arkasında duran Batılı ülkelere yönelik tepki kabarmaya başladı. Ama daha bu sürecin başlarında olabiliriz. Netanyahu hükümeti Gazze’ye yönelik harekâtını planlarken ne Türkiye’deki ne de diğer bölge ülkelerindeki hassasiyetleri pek umursayacaktır. Böyle düşünülünce içeride giderek daha öfkeli ve tepkili bir toplumsal dinamikle karşılaşacağız.
Asıl kaygı nedeni
Hizbullah’ın ve dolayısıyla Lübnan’ın bu kaynayan kazana düşüp düşmeyeceği belki de daha önemli bir soru. Zira iki hafta önce başlayan yangının komşulara sıçraması asıl kaygılanılması gereken durum. Sıradaki diğer ülke ise 10 yıldır bizim de başımızı çok ağrıtan bir sivil savaşla boğuşan güney komşumuz.
Suriye’de de 2020’den sonra biraz daha dinginleşen işlerin yeniden rayından çıkmakta olduğu yazılıp çizilmekteydi. Belki de Gazze’deki insani dram üzerinde bu kadar yoğunlaşırken asıl risk alanlarının daha yakınımızda olduğunu değerlendirmek gerekiyor. Velhasıl düşecek diye umduğumuz uluslararası siyasetteki gerilim katlanarak üzerimize geliyor.
Ekonomiye yansımalar
Doğal olarak artan jeopolitik riskler önce enerji piyasalarını oradan da tüm dünya ekonomilerini etkisi altına almakta.
Petrol fiyatları siyasi gerilim ve piyasadaki en büyük oyuncu Suudi Arabistan’ın kayıtsızlığıyla yükselirken küresel enflasyon beklentileri ve faizler tırmanıyor.
ABD seçim senesi 2024’e belki de stagflasyonla girmeye hazırlanıyor. Bu çıkmazdan kurtulmak için Biden yönetimi uzun süredir kanlı bıçaklı oldukları Venezüella ile anlaşmaya yeşil ışık yapıyor. Batı destekli muhalefetin de gireceği bir seçim takvimi karşılığında ülkenin yeniden küresel enerji piyasalarına dönüşü konuşuluyor.
Silah endüstrisinin keyfi yerinde
Dünyadaki fırtınalı havadan istifade eden ise tartışmasız silah endüstrisi. Geçen sene başlayan Ukrayna-Rusya savaşıyla doping alan sektöre bir de Ortadoğu kaynaklı gerilimin katkısı eklendi.
Biden’ın Ukrayna ve İsrail için Kongre’den talep ettiği 105 milyar dolarlık destek paketi muazzam bir meblağ. Bunun tamamına onay çıkmasa bile artan uluslararası gerilimin tereyağı-silah dengesini hem de böylesi olumsuz ekonomik koşullarda güvenlik harcamalarına kaydıracağı öngörülebilir.
Ve Türkiye…
Türkiye de bu eğilimin dışında kalmayacağa benziyor. Yine çok sıkışık mali koşullara rağmen 2024 yılında bütçe harcamaları içerisinde savunmanın payının yüzde 10’u geçmesi ve 30 milyar doları yakalaması öngörülüyor.
Güvenlik eliti açısından bunun açıklanması zor değil: Bu bakışa göre dünya ve özellikle Türkiye’nin içinde bulunduğu bölge çok riskli bir dönemden geçiyor. Dolayısıyla savunma harcamalarının öncelikli olması kaçınılmaz.
Öte yandan bu olağanüstü harcama furyasının bir de fırsat maliyeti var. Makroekonomik istikrar adına ücretlerin baskılanacağının anlaşıldığı, birçok temel kamu hizmetinde kalite sorunları yaşandığı bir dönemde kaynaklar silahlanmaya ayrılacak. Bunun karşılığında da önümüzde daha çok şiddet sahnelerine hazır olmamız gereken bir sürece giriyoruz.
Anlaşılan barışçı ve müreffeh bir dünya için daha beklememiz gerekecek. Uluslararası konjonktür de Türkiye’deki güvenlik öncelikli bakış da iyimser olmak için pek fırsat tanımayacak.
Hem bizim hem dünya için buhranlı bir sürecin henüz başlarındayız.