
H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / Edebiyat
insanatinart@gmail.com
Ölümler üstüne yazmayı sevmem.
Başkalarının acısını çalmış gibi hissederim kendimi…
Kimi sevdiğim, kimi hem sevdiğim hem dost olduğum sanat insanlarının, yani bu dünyanın tavus kuşlarının ölümlerini hiç yazmadım.
Yazamadım.

Fakat bu kez silahı küçük İskender çekti!
“Şehre garip bir hal inse, camdan bakar, senden bilirdim” diyen insan.
Bütün o adını koyamadığımız zor zamanların ismini bulup, bizi duvardan duvara vuran şair.
Şiirlerini bir kiralık katil endişesiyle birbirimizle paylaşıp, hemen ayın karanlık yüzüne saklandığımız bir dostumun onun için dediği gibi ‘kaybedilmiş benlik kavgalarımızın kara kutusu’ olan mısraların, şüpheli duyguların mimarı…
Küçük İskender’in sevenleri de böyledir.
Her biri kendi hayatını bir şiir kıvamında yaşar ve tanımlar. Şiirlerini bir sis bulutuna yazmış, adı bilinmemiş şairlerdir çoğu…
Küçük İskender öldü.
Geride bir bıçak, nedensiz bir öpücük, elektrik direkleri, filinta rüzgarlar, biraz baharat, beyaz ceketli martılar ve ağlamaklı bir kainat kaldı.
Zamansızdı.
Daha Madımak yangının dumanları göğe yükselmeye devam ediyordu. ‘Yalnızlar Rıhtımı’nın en zümrüt kadını Çolpan İlhan aramızdan ayrılalı kaç dakika olmuştu ki… Kamuran Usluer ‘Kırık Bir Aşk Hikayesi‘ndeki dostlarıyla ne zaman vedalaşmıştı? Murat Göğebakan ‘Ay Yüzlüm‘ü bir kez daha söylemiş miydi?
Bu kaçıncı tutarsızlığıydı temmuzun!
Yokluğunu da en güzel, en anlamlı kendisi yazmıştı…
“Ben, bu yaz serin geçer sanmıştım. Uzun zamandır konuşmayı unutmak, hiçbir şeyi bilmemek, yalnızca, evet yalnızca gece yarısı edilebilecek bir telefonla uyanıp, eski, çok eski bir arkadaşın sesini duymak istemiştim. Galiba, en büyük hatalarımdan biriydi bu. Ses ne kadarını anlatabilir ki bir insanın: görmeden, dokunamadan, ansızın kapatarak avcunu, bir kelebeği orda hapsetmek gibi bir şey olmalı. Oysa ağrılı yaralarım, ‘janti’ taklalarım, hububata dönüşmüş yanlarım vardı. Oysa ben, bu yaz serin geçer ve sessiz kalmayı tercih ederek, evimde, odamda, fallar açarım, belki biraz müzik dinler, ağlarım diye ummuştum. Hatırdan hiç çıkmayan yüzlerin hiç çıkmayacak fallarını açarım, bir parça tarihe geçerim diye ümit etmiştim. Ama olmadı. Olmadı işte, savruldum.”
İki nokta üst üste, küçük İskender ve ünlem.