H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / Edebiyat
insanatinart@gmail.com
Ya vardır ya yoktur.
Şiir diyorum…
Bir insanın şiiri ya vardır ya yoktur.
‘Yahu memleket yanıyor, ne şiiri!‘ diyorsanız, meseleyi anlamamışsınız demektir.
Bu hoyrat ve dar bakış açısıyla ilerlerseniz; türküleri yasaklamak da normal gelir, 1941 yılında 16 yaşında bir genci, kız arkadaşına şiirli bir sevda mektubu yazdı diye tutuklamak da…
Neydi adı, Attila İlhan mıydı?
Resim tuvallerini de kırıp atarsınız, heykelleri de…
Yaşamın içinden iyiliği ve insan sıcaklığını alır, iki ile ikinin bazen dört etmeyeceğini düşünen çocukları başarısız ilan edersiniz.
Yalnızca aritmetik test sonuçları üzerinden kurduğunuz bu olağanüstü(!) eğitim sistemi, tam da bu nedenle John Nash’leri yetiştirip, evrensel matematiğe ‘Game theory‘yi hediye etmez.
Çünkü şiirin devrik cümleleri ve tersine bakış açısını kullanması ya da Şeyh Galib’in aruz vezni matematiği evrenin dilidir.
Bu dili okuyabilmek, Ford’un tartışılmaz kabul edilen üretim modelini Japon Toyata’nın ‘Taiichi Ohno‘ modeli ile değiştirerek, üretim hızını ikiye katlarken üretim hatasını en alt düzeye indirmesini sağlar.
Günümüzde ‘Cluster Building‘ diye bahsedilen bölgesel kalkınma yöntemi de ilhamını bu modelden almıştır.
Bazen şiir yokluğundan da ‘yanar‘ memleket, düşünce yokluğundan da…
Tiyatro da heykel de gerçeğin sınırlı boyutlarından hakikatin boyutsuz haline taşır insanı… Aynada gördüğünden fazlası, gökyüzüne bakarken görmediğinde gizlenir.
O zaman Nefi’den okunan beyitler oturur muhabbetin orta yerine; “Derdim nice bir sinede pinhân ederim ben / Bir âh ile bu âlemi vîrân ederim ben”…
Bir dönem internette gezip duran Müjdat Gezen ustanın kendi ağzından okuyup yorumladığı güzel bir şiirin son mısraı vardı; “Şiirim geldi, bırakın beni”.
Az sözle çok şey anlatma halidir, şiir… Hatta sanat bir kareye bir yüz yıl, bir saate üç kuşağın ömrünü sığdırmaktır.
Bu nedenle korkulur şiirden. 1600 yılında Giordano Bruno’yu yakan Roma Engizisyonu; bu korkuyla almıştır kararını. Bruno’nun Campo Di’Fiori meydanında yer alan heykeli, elinde kitabıyla Vatikan’a bakar bugün…
‘Her insanın bir hikayesi vardır. Ama her insanın bir şiiri yoktur‘ diye okumuştum bir yerde.
Hayır size yazılmış bir şiir değil mesele; hayatınızın bir şiiri var mı?
Aldığınız en pahalı mobilyayla olmaz, mutfağı İtalyan yaptırmakla da… Kullandığınız otomobilin markası belirlemez bunu, iş yerinde size ve dünyada milyonlarca size benzeyene verilen unvanlar da…
Başka bir şeydedir.
Bir Temmuz gecesi, okunan birkaç mısra ile yıldızların ayaklarınızın dibine inivermesidir hayatınızın şiiri…
Yalnız bir akşamda ansızın kapı çalınıp, evin içine soğukla birlikte dost sıcaklığının da doluvermesidir…
Sahnede tiradının sözlerini unutan bir rol arkadaşınıza destek verip, bunu kimseye söylemeden kendi içinizde şakalarla paylaşmanızdır.
Bir çay bahçesinde yalnız otururken, ‘sandalye boş mu?‘ sorusuyla başlayan bir dostluktur.
Şiiriniz yoksa ihtimal ki anayasanız da toplumun ihtiyaçlarına yeterince karşılık veremiyor olabilir…
Şiiriniz yoksa yasalarınızın evrensel hukuk ilkeleriyle hatta vicdanla çatışma ihtimali de olabilir.
Bu hafta 21 Mart, Dünya Şiir Günü!
Yaşamınızın bir şiiri var mı? Yoksa eyvah!
Turgut Uyar ustayı anlamak da zor olacak sizin için, yaşamak da; “Düşünüyordum da biz;
Büyüyerek, çocukluk etmişiz…”