HÜRREM SÖNMEZ
Bugün Manisa’nın Akhisar ilçesinde çocuklar için düzenlenecek ‘Çevreci Afacanlar’ adlı oyuna, ‘savaş karşıtlığı gibi siyasal söylemler nedeniyle’ Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından izin verilmemiş. Ülkemizin içinden geçtiği bu hassas dönemde savaş karşıtlığı gibi siyasal söylemlerin çocuklarımıza sunulmasının sakıncalı olduğuna karar verilmiş.
“Savaş karşıtlığı gibi siyasal söylemler” ifadesi bilhassa mühim. Hassas dönemi bol bir ülkedir bizimki evet ama savaşa karşı olmanın neresi siyasal söylemdir sorusunun bu hassasiyetle bile izahı mümkün değil.
Oyun ormanların yok olması halinde başımıza gelecek felaketlerden filan da söz ediyormuş üstelik, ne deriz daima, ağaç yaşken eğilir; devletimizden daha iyi bilecek değiliz elbette. Tazecik beyinleri çok yanlış etkileyecek bu tehlikeli fikirler yerine savaşmanın yüceliği, şehitlik mertebesinin kutsallığı öğretilmeli çocuklara değil mi. Neyse ki bu vazifelerini şevkle yerine getiren, el kadar bebelere makreme öğretir gibi idam ipi yapmayı öğreten öğretmenler gördü gözlerimiz. Devlet tedrisatından her nesil öyle ya da böyle nasibini almıştır memleketimizde, misal hayatımda sinemada izlediğim ilk film bütün okul götürüldüğümüz Çağrı filmidir, ilkokula gidiyordum, 80 darbesinin birkaç yıl sonrasıydı ve Hz. Hamza’nın kalbinin çıkartıldığı sahnede yaşadığım korkuyu ve dehşeti hiçbir zaman unutmadım, “çocuğun psikolojisi” müessesesinin henüz doğmadığı günlerde büyüdüğümüz için ufacık çocukların okul idarecileri tarafından böyle bir sahne içeren filme götürülmesi rahatsızlık yaratmamıştı elbette.
Akhisar Milli Eğitim’i çocuklara sunulması sakıncalı söylemler hususunda hassasiyetlerini beyan ederken, Aladağ’da 11 kız çocuğunun yanarak can verdiği yurt faciasında sanıkların tahliye edilmesi aynı kamu hassasiyetini yaratamıyordu örneğin. Üstelik bilirkişi raporunda yangına eskimiş elektrik aksamının neden olduğu, acil çıkış kapıları bulunmadığı, camların demirler kesilerek açılabildiği gibi tespitler yer aldığı halde. Yani bina yönetmeliğe uygun değildi ama her ne hikmetse, o binaya ruhsat veren, denetlemesi gereken hiçbir yetkili okumak için dini bir teşkilatın yurdunda kalmaktan başka çaresi olmayan o 11 yoksul çocuğun ölümünden sorumlu değildi.
Devreye girmeyen hassasiyet örneklerimiz bununla sınırlı değil elbette, tonlarca ağırlıkta pres makinesi altında can veren, okul harçlığını çıkarmak için çalıştığı inşaattan düşen çocuk işçilerin de hiçbir hükmü yok kamu hassasiyeti nezdinde. Kezâ ürkütücü istatistiklere ulaşan, her gün okuduğumuz istismar vakaları da kamuyu bu kadar ilgilendirmiyor gibi. Ama bir çocuk oyununda “Yaşlı Ağaç” isimli karakterin şiddet karşıtı söylemleri hemen harekete geçiriyor vazifeperver kamu makamlarını. Bir çocuk oyunundaki Yaşlı Ağaç karakteri en yetkili ağızlarca terör örgütü sempatizanı ilan edilirse şaşırmayız, nihayetinde münasebetsiz robotlardan özür diletilen bir ülke bizimki.
Hangi atamızın ne gaye ile söylediğini pek kestiremediğimiz ama iyiliği ve doğruluğu küçük yaşta öğretmek gerektiğini öğütlediğini düşündüğümüz “ağaç yaşken eğilir” atasözümüze mukabil, bu şiddet karşıtı ağaç karakteri çok sevdiğim bir öyküyü hatırlattı bana.
Kıymetli edebiyatçımız Hasan Ali Toptaş Ben Bir Gürgen Dalıyım isimli kitabında ağaçların dilinden muazzam bir barış ve insanlık dersi anlatır.
Genç gürgen ağacı, yaşadığı ormandan, dallarına konan kuşların şarkısından, yüzünü okşayan rüzgardan ayrı düşmemek için hep dimdik durmaya gayret eder, bedeni eğilip bükülürse kesilir odun olur, odun olup da yanar diye korkar. Bir yandan da keskin baltalar rüyalarına girer sürekli, ağaçlar “sıra kimde” diye fısıldaşırlar aralarında, “bir gün sıra bize de gelecek” der ak sakallı meşe.
Genç gürgen ne kadar dimdik durmaya gayret etse de sıra gelir bir gün işte, gölgesine sığınan insanoğlu vurur bedenine baltayı ve marangozun avlusuna yolculuğu başlar gürgenin. Kaderleri insanoğlunun ellerinde olan ağaçlar ne olacaklarını tartışırlar aralarında; odun olup yanmaktansa kapı olmayı, pencere olup gökyüzüne, kuşlara bakabilmeyi konuşurlar. Genç gürgen hiç olmazsa bir oyun parkında çocukları eğlendirecek bir tahtıravalli olmayı hayal eder ya da boncuklu bir beşik, uzak bir köy okulunda bir sıra belki. Lakin askerdeki oğlu çatışmada ölüp de bayrağa sarılı tabutu gelince marangoz dünyaya küser, kalbi dayanmaz ölür. Gürgen ağacı da satılır, tel örgülü askeri bir bölgede bulur kendisini, o andan sonra anlar artık savaşta olacağını belki binlerce parçaya bölünüp silahlara kabza yapılacağını.
Lakin daha da kötüsü gerçekleşir ve ola ola darağacı olur sonunda gürgen ağacı, “yıllarca dimdik durdun da ne oldu” der ona, mahpushane kapısı olmuş köknar. Gencecik bir insan asıldığı gün kararını verir gürgen, “gencecik bir fidanken odun olmamak için nasıl direndiysem, şimdi de tersini yapacaktım, kendimi çürütecektim, odun olmak için direnecektim, odun olmak kül olup yanmak için… Duyun beni ey dağlar taşlar. Duyun ve bundan sonra bir darağacı olarak bilmeyin beni, eğer Beşparmak Dağları’nın ardında kuru bir dalım kalmışsa, artık ben bir gürgen dalıyım.”
Hatta henüz icat edilmemiş silahlar da insanoğlunun içindeydi. Yani insan bir savaş alanıydı. Ceket, gömlek, pantolon ya da etek giymiş, kravat takmış, tıraş olmuş, kokular sürmüş bir savaş alanı. Gülümseyen bir savaş alanı. Öpen hatta, okşayan, konuşan susan, çiçekler alıp çiçekler veren bir savaş alanı… Peki bir barış bahçesi olamaz mıydı aynı insan…
Bu kararı veren, şiddet karşıtı bir ağaç çocuklar için sakıncalıdır diyen milli eğitimden sorumlu yetkili kişiler haklıdır belki de, koca koca insanların savaşa övgüler düzdüğü, ya da aklı ve dili olduğu halde sustuğu, barışın simgesi olmuş dalların yanına silahların gölgesi düştüğü bir yerde nice savaşlar görmüş bilge bir dilsiz ağacın insana ve insanlığa dair söyleyecek çok sözü vardır belki de…
Hasan Ali Toptaş’a saygı ve şükranla
* Ben Bir Gürgen Dalıyım/Hasan Ali Toptaş- Everest Yayınları