H. Ayhan Tinin / Sanat da var / Sinema
İlkokulda ‘rejisör’ lâkabını takan arkadaşı nereden bilsin?
Türk sinemasının kilometre taşlarından biri olacağını…
Yeşilçam’da kadın filmleri fırtınası estirerek cinsiyet eşitliğine giden yolu açacağını…
Türkülerin saygı duyduğu adam Ruhi Su’yu hapisten çıktıktan sonra, kamyonculuk yaparken bulup yeniden sanat dünyasına döndüreceğini…
Atıf Yılmaz’dan bahsediyoruz. 2006 Mayıs’ında ışıklara yürüyen, 9 Aralık’ta, 96 yaşına basacak büyük usta…
Kolay unutur insan… Atıf ‘usta’da kolay unuturmuş, özellikle de çocukluğuna ait kötü anıları… Babasının evi terk etmesini, annesiyle yaşadığı ekonomik zorluklar boyunca şehir şehir gezmesini, okul hayatını ancak birkaç lisede sürdürerek epeyce sınıfta kalarak tamamlayabilmesini hep unutmak istemiş.
İhtimal ki hukuk fakültesinde okurken, güzel sanatlar akademisine öğrenci gibi gelip giderek resim atölyelerine devam etmesini unutmak istememiş.
Kolay unutur insan, hele bu topraklarda…
Oysa Atıf Yılmaz hiç de unutulası bir sinema yönetmeni değil.
Özellikle de her gün yeni bir kadın cinayetiyle toplumun sarsıldığı bugünlerde, yalnızca yaptığı ‘kadın filmleri’ni alt alta yazmak; saygıyla anımsamak için yeterli.
Türk sinemasına farklı alanlardaki sayısız katkılarını bir kenara bırakırsak Atıf Yılmaz, Yeşilçam’ın klişeleşmiş kadın karakterlerini, gerçek dünyanın içine Yeşilçam oyuncularıyla taşımış, toplum içinde farklı sınıfsal katmanlardaki kadınları, öyküleriyle beyazperdede seyirciye sunmuştur.
Neyse ki bu yıllarda ülkemiz sinemaları henüz Amerikan sinemasına altın tepsi içinde sunulmadıydı da Mine, Bir Yudum Sevgi, Dağınık Yatak, Adı Vasfiye, Dul Bir Kadın, Ah Belinda, Kadının Adı Yok gibi dönemi için çok farklı yapıtlarıyla Atıf Yılmaz filmleri, sinemalarda haftalarca Türk seyircisine sunuldu…
Tabii sinema salonlarımızın nasıl Hollywood’a sunulduğu da çoktan uçup gitmiştir balık hafızalardan!
Yıl 1987, dönemin başbakanı Turgut Özal, dönemin Amerikan başkanı Bush ile görüşürken Türkiye’deki sinema salonlarında yabancı filmlere kota getirecek bir yasa tasarısından ‘nedense’ bahseder… Baba Bush’un yanıtı çok hızlıdır; “Biz de sizin tekstil kotalarını bir gözden geçirelim o halde.” Yasa apar topar rafa kalkar!
Hollywood neden bir endüstri, sanat nasıl siyaset ve hükümetler üstü ulusal bir politikadır; yanıtı bu yaşanmış öyküde saklı… Şimdi ‘dijitale iş yapmak’ için çeşitli platformların önünde ‘iş dosyaları’yla yapımcılarımızın sıraya girmesinin hikayesi o günlerden başlıyor…
Ansızın olmuş gibi görünen her şeyin arkasında uzun bir hazırlık dönemi vardır.
Biz yine Atıf Yılmaz ustaya dönelim.
Türkan Şoray, Hale Soygazi ve Müjde Ar dönemin kadınlarının heyecanla izlediği sinema yıldızlarıdır. Bildik senaryolarda iyi kadın-kötü kadın şablonunda rol aldıkları filmler sinema salonlarını doldurmaktadır.
İlk önce Mine filmiyle Türkan Şoray kanunları devrilir.
Ardından Bir Yudum Sevgi gelir. Hale Soygazi baş roldedir.
Ancak Dul Bir Kadın, Adı Vasfiye, Ah Belinda Müjde Ar’ın Türk sinemasına damga vurduğu filmler olur.
1987’de yaklaşık 10 yıldır Kadınca dergisinin yayın yönetmenliğini yapan Duygu Asena’nın kült romanı ‘Kadının Adı Yok’ ise yayınlanır yayınlanmaz Hale Soygazi’nin baş rolünde sinema salonlarına çıkar.
Bütün bu filmlerde, kamera arkasında ve senaryo işçiliğinde Atıf Yılmaz’ın adı vardır.
Erkek egemen bir toplumda, kadının yerini arayışı, var olmak için verdiği mücadele, kendi bedeniyle barışması ve yalnızca bir aşk objesi olmaktan çıkartılıp düşünen, üreten, hakkını arayan kadının farklı sosyal sınıflardaki izdüşümleri, her bir hikâyede yerini alır.
Sanat toplumun önündedir yine…
Bugün toplumsal cinsiyet eşitliğini savunan sivil toplum kuruluşları varsa, Atıf Yılmaz yapıtlarıyla bu yolun açılmasına emek veren, en değerli sanat ve kültür insanlarından biridir.
Bu değerli ‘rejisör’ün hatırlanmasını sağlamak da boynumuzun borcudur; iyi ki doğdun usta!