Time yazarı Shalene Gupta’nın ‘The Menstrual Mood Disorder You’ve Never Heard About’ başlıklı yazısının çevirisidir. (Çeviren: Arzu Uzunali)
Regl dönemi döngüsü sırasında kişiyi elden ayaktan düşüren şiddetli ruh hali değişimleri yaşaması anlamına gelen PMDD hem tıp uzmanları hem de toplum tarafından çok iyi bilinmeyen bir hastalık.
Üstelik PMDD’li kişilerin yaklaşık içte biri intihara teşebbüs ediyor ve yüzde 70’inden fazlası düzenli olarak intihar düşüncesiyle yaşıyorken. Peki bu denli önemli semptomları olan bir hastalık hakkında neden bu kadar az şey biliniyor ve neden daha fazla konuşulmuyor? Cevap, oldukça karmaşık!

Tanya gençliğinden beri ruh halindeki değişimler konusunda sorun yaşıyor, geçirdiği periyodik öfke ve depresyon nöbetleri sonrasında ölmek istiyordu. Hayatı bu iniş çıkışlarla geçiyor ama doktorlar neyin yanlış gittiğini çözemiyordu. Beş yıl önce artık bu durumdan gerçekten bıktığını düşündü ve hayatına son vermek istedi.
Neyse ki son anda kendini bu fikirden vazgeçirmeyi başarıp durumu hakkında Google’da biraz araştırma yapmaya karar verdi. Bu sırada, adet görenlerin kabaca yüzde 3 ila yüzde 8’ini etkileyen bir menstürel duygudurum bozukluğu olan adet öncesi disforik bozukluk (PMDD) hakkında bir web sitesine rastladı. Tanya’nın öğrendiği bilgilere göre; PMDD, regl dönemi döngüsü sırasında kişiyi elden ayaktan düşüren şiddetli ruh hali değişimleri yaşaması anlamına geliyordu. PMDD’li kişilerin yaklaşık içte biri intihara teşebbüs ediyor ve yüzde 70’inden fazlası düzenli olarak intihar düşüncesiyle yaşıyordu.
Bu bilgilerden çok etkilenen Tanya, ertesi gün doktorunu aradı ve doktoru onu bazı testler yaptırmaya gönderdi. Genç kadın nihayet 2019’da 26 yaşındayken PMDD tanısı aldı. Ancak aklına şu soru takıldı: PMDD’yi neden daha önce hiç duymamıştı ve tanı koymak neden bu kadar zordu?
Araştırmalar, intihar düşüncesinin adet döngüsünün belirli zamanlarıyla bağlantılı olduğunu gösterse de, bugün doktorlar da dahil olmak üzere çoğu insan hala PMDD hakkında bir şey bilmiyor. 2022’de PMDD hastalarına yönelik yapılan bir anket, pratisyen hekimlerin üçte birinden fazlasının ve ruh sağlığı hizmeti sağlayıcılarınınsa yaklaşık yüzde 40’ının adet öncesi bozukluklar hakkında hiçbir bilgisi olmadığını gösterdi. Ancak PMDD, adet dönemlerini keşfettiğimizden beri ortalıkta ve kadınlar bunu neredeyse bir yüzyıldır biliyoruz.
Peki neden insanlar ihtiyaç duydukları yardımı alamıyor?
Menstural döngü üzerine yeterince çalışılmadığı biliniyor olsa da PMDD ile ilgili ilk makaleler 1930’larda ortaya çıktı. 1950’lerde İngiliz Dr. Katrina Dalton, PMDD ya da kendi deyimiyle ‘adet öncesi sendrom’ üzerine çalışmaya başladı ve Londra’da bir klinik açtı. Ancak çalışmaları, Dalton’un 1980 yılında suç işleyen üç kadın için tıp uzmanı olarak görev yapmasına kadar gözden kaçtı. Dalton duruşmalarda kadınların regl dönemlerinden hemen önce suç işlediklerini ve tedaviyle semptomların ortadan kalktığını gösterdi. Bu sayede mahkeme bu kadınlara indirimli ceza verdi.
Bu olayla PMS çevresinde bir gecede büyük bir medya patlaması yaşandı. Hatta Glamour dergisi, PMS’i yasal bir savunma olarak kullanmanın geçerliliği konusunda okuyucularına bir anket bile yaptı. Ankete katılanların yüzde 24’ü bu fikri destekledi, yüzde 71’i fikre karşı çıktı ve yüzde 5’i emin olamadı. Sonuç olarak, PMS ile ilgili artan farkındalık tıp camiasına da yansıdı. 1984’te psikiyatrist Robert Spitzer, PMS’in doktorların zihinsel sağlık sorunlarını teşhis etmek için kullandıkları el kitabı olan ‘Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı’na (DSM) eklenmesi gerektiğini öne sürdü. Spitzer, DSM’nin üçüncü versiyonunu revize eden komitenin başkanıydı ve PMS ile ilgili konferanslara çok sayıda davet alıyordu. PMS’in DSM’ye eklenmesi, tıp camiasının PMS’i teşhis edilip tedavi edilebilecek resmi bir bozukluk olarak tanıdığı anlamına geliyordu.
Ancak uzmanlar, PMDD (şiddetli, zayıflatıcı ruh hali değişimleri) ile PMS (hissedilen huysuzluk ve sinirlilik hali) arasındaki çizginin nerede çekileceği konusunda bölünmüştü. Washington Post, 1984 yılında uzmanlara PMS’in yaygınlığını sorduğunda, cevap yüzde 3 ila yüzde 90’ı arasında değişiyordu. Bu tahminlerin her ikisi de bir bakıma doğruydu: Çünkü ciddi semptomlar sadece birkaç kişide görülürken, insanların yüzde 90’ının regl döneminden önce hafif semptomları vardı. İşin kötüsü uzmanların PMDD ile PMS’yi birbirine karıştırması popüler kültüre de yansıdı ve aniden adet gören herkesin dengesiz olduğu kanısı yayıldı. Etrafta cinsiyetçi şakalar içeren ürünler dolaşıyordu. Örneğin çok popüler olan bir tebrik kartında “PMS’li bir kadınla bir terörist arasındaki fark nedir? Cevap: Bir teröristle pazarlık yapabilirsiniz.” yazıyordu.

Feministler bu şakaya gülmedi!
Sonuçta büyük bir tartışma çıktı. Bir grup feminist, PMDD’nin DSM’ye dahil edilmesini durdurmak için bir kampanya başlattı ve PMDD’yi DSM’ye dahil etmenin, adet görmeyi akıl hastalığı olarak adlandırmakla eşdeğer olacağını savundu. Tepkilerinin çoğu, kadınların iş hayatından üreme haklarına kadar çeşitli cephelerde toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele ettiği 70’li ve 80’li yılların atmosferinden kaynaklanıyordu. 1970’lerde ilk kez kadınların yarısından fazlası ev dışında çalışıyordu. Yüksek Mahkeme, Roe v. Wade davasında kürtaj hakkının korunmasına karar verdi. Ancak bazı iyi gelişmelere rağmen eşitlik hakkı hala tehdit altındaydı; muhafazakarlar cinsiyet ayrımcılığını yasaklayacak olan ‘Eşit Haklar Değişikliği’ talebinde kadınları yenilgiye uğrattı. Feministler için PMDD ve ürettiği cinsiyetçi şakalar, kadınları itibarsızlaştırmaya ve feministlerin kadın hakları konusunda kaydettiği ilerlemeyi ortadan kaldırmaya yönelik başka bir girişim gibi görünüyordu.
PMDD’nin en önemli eleştirmenlerinden biri olan Dr. Joan Chrisler, 1970’lerde kariyerinin başlarında, neden tarihte büyük kadın sanatçıların veya romancıların bulunmadığı konusunda bir konferansa katıldı. Konferanstan şu sonuç çıktı: ‘Adet döneminde kadınların yaratıcılığı azalır.’
Bu sonuç, Chrisler’a kariyerini adet damgasıyla mücadeleye adaması için ilham verdi. Cinsiyetçiliğin kol gezdiği bir çağda, PMDD’nin DSM’ye eklenmesi alarm zillerinin çalmasına neden oldu.

İlaç şirketleri de durur mu!
2000’li yılların başında ilaç üreticisi Eli Lilly’nin olaya burnunu sokması işleri daha da karmaşık hale getirdi. Eli Lilly’nin, depresyonu tedavi eden ve satış rekorları kıran ilacı Prozac’ın patentinin süresi dolmak üzereydi ve hisse fiyatları dibe vurmuştu. Şirketin acilen Prozac’ı satın alacak yeni bir pazara ihtiyacı vardı.
Eli Lilly tabii ki bir sonraki olası pazar olarak PMDD’ye yöneldi. İlk çalışmalar Prozac’ın PMDD’yi tedavi edebileceğini öne sürüyordu ancak sorun, uzmanların hala PMDD’nin DSM’de resmi bir teşhis olarak yer alıp almadığını tartışmasıydı. Eli Lilly yılmadı ve PMDD hastalarına Prozac’ı pazarlamak için büyük bir kampanya başlattı. Prozac’ın PMDD üzerindeki etkinliği üzerine bir yuvarlak masa tartışmasına sponsor oldu ve PMDD hastalarının en az yüzde 60’ının antidepresanlara yanıt verdiğini ortaya çıkardı. Prozac’ı, ‘Tanrı’nın tahtını koruyan melekler’ anlamına gelen “Serafim” kelimesinden türemiş “Sarafem” adıyla yeniden paketledi ve hiçbir şeyi şansa bırakmamak için Prozac’ın yeşil ve sarı haplarını pembe ve mora çevirdi. Sonunda da kendini huysuz hisseden her kadının ilaç tedavisini düşünmesi gerektiğini öneren bir dizi reklam yayınladı. Reklamlar PMDD ile PMS arasında ayrım yapmıyordu, daha ziyade kadınlarda herhangi bir sinirlilik belirtisinin tedavi edilmesi gerektiğini ima ediyordu.

Kadın öfkesi, bir akıl sağlığı sorunu değildir!
Bu durum, bir başka öfke dalgasının ortaya çıkmasına neden oldu. Feministler bunu haklı olarak hakaret kabul etti. Kadın hareketinin ihtiyaç duyduğu son şey, kadın öfkesinin bir akıl sağlığı sorunu olduğunu öne süren ilaç şirketleriydi. Medyada, ilaç şirketlerinin yeni hastalıklar ‘icat ettiği‘ ve teşhis konulmadan ilaç pazarladığı hakkında yazılar yazıldı. (Trajik bir şekilde, Prozac aslında PMDD üzerinde çalışıyor. Çalışmalar, Prozac gibi SSRI’ların, anksiyete ve depresyon için işe yaraması haftalar sürse de, PMDD semptomlarını on iki saate kadar bir sürede hafifletebildiğini buldu.)
Sonuçta feministler bazı açılardan mücadelelerini kaybetti. PMDD, 80’lerde ilk kez tartışıldıktan neredeyse otuz yıl sonra, 2013 yılında DSM’de bir teşhis haline geldi. Ancak mücadele başka şekillerde kazanıldı. Chicago Illinois Üniversitesi’nden adet öncesi duygudurum bozukluğu araştırmacısı Dr. Tory Eisenlohr-Moul, PMDD konusundaki bu tepkinin durumu 10 ila 15 yıl geriye götürdüğünü tahmin ediyor. Regl dönemi ile ruh hali arasındaki bağlantı etrafında yapılan konuşmanın tüyler ürpertici bir etkisi olduğuna dikkat çekiyor. Doktorlar bu konuyu gündeme getirmekten korkuyor çünkü hastalarının onların cinsiyetçi olduklarını düşünmelerini istemiyorlar.
Kurbanlar hala acı çekiyor!
Ancak gerçekte PMDD’nin varlığına dair kavganın en büyük kurbanları PMDD’li insanlar ve onların sevenleri. Bugün binlerce insan PMDD hastası olduğunu bilmediği için hâlâ acı çekiyor.
Tanya’nın PMDD tanısı hayatını değiştirdi. İlaç tedavisini denememeyi seçse de, teşhis tek başına onun krizlerini anlamasına, ailesine ve arkadaşlarına neler olduğunu açıklamasına yardımcı oldu. Başkalarının PMDD’yi anlamalarına yardımcı olabilmek için psikoterapi eğitimi almaya karar verdi ve sözleri mücadelesi için oldukça önemli “Öğretmenim 10 yıldır danışman olarak çalışıyor ve hala PMDD’yi bilmiyor. İnsanların bu acıyı atlatmasına yardımcı olmak istiyorum.”