Siyaset, tarihin her döneminde, özellikle toplumsal krizlerin yoğunlaştığı dönemlerde, vatanseverlik ve ihanet kavramları temellendirilmiş ve bu iki kavram arasındaki ince çizgi, siyasi retoriğin temellerinden biri hâline gelmiştir. Türkiye’nin yakın siyasi dönemlerine, bu çizginin nasıl sürekli değiştiğine ve özellikle milliyetçi söylemler üzerinden yeniden tanımlandığına MHP üzerinden şahit oluyoruz! Bu ince çizgi, siyasetin gücü elde tutma, yönlendirme ve tarihî gerçekleri siyasi çıkarlar doğrultusunda yeniden yorumlama çabalarıyla daha da karmaşık hâle geldi. Böylelikle siyasetçi topluma hesap veren değil, seçmenden aldığı gücü seçmeni sindirerek kullanan bir güce ulaştı!
Yazan çizenler başta olmak üzere, iktidar siyasetçisine (Cumhur İttifakı da diyebiliriz) laf söylemek büyük cesaret istemeye başladı. Dün ülkenin geleceğine iddiaları olanların, bugün kendi beklentileri için her sözü ayakta alkışlayan siyasetçilere dönüşmesini hayretler içinde seyrediyoruz. Sözü değiştiğinde hiçbir “mahcubiyet” yaşamayan siyasetçi tipolojisi, ülke geleceğini ipotek altına alıyor.
Ülkeyi yönetenler sorunları milletin sırtına yüklerken, ülkenin milliyetçileri “yeni açılım/çözüm süreçleri” ile meşgul. Şöyle ki; “Geçmişteki gibi bir şey söz konusu olamaz. Eskisi kötü bir dönemi çağrıştırıyor” diye daha soft “barış süreci” sunuyorlar! İçeriği herkesten meçhul bir barış!.. Ülkede İslamcılar, milliyetçilerin şifresini kırdılar! Ve kendileri milliyetçileri ve ülkücüleri şifrelediler… Artık kim milliyetçi, kim ülkücü “onlar” karar veriyor. Ve bizde bu şifreyi kıracak akıl ve ülkü bırakmadılar… Son bir soru: MHP ülkücülerle barışmayı ve ülkücüleri barıştırmayı düşünüyor mu?