H. AYHAN TİNİN
Sanat da var/Sinema
insanatinart@gmail.com
Her şeyin sonunu biliyor musun?
Ya kendi hayatının?
Dikdörtgen prizmaların birinden ötekine geçerek sabah sıfır altıda başlayan hayatının, dikdörtgen ekranlara sığdırılmış fotoğrafları sana hiç soru sordurmuyor mu?
Her saat hayatının yolunda gitmediğinden şikâyet edip, biri sana hayatın yolunda gitmiyor dediğinde şiddetle itiraz etmek gerçekten tuhaf gelmiyor mu?
Her şeyin sonunu biliyor musun?
Söylediğin yalanların?
Sakladığın hakikatlerin?
Gerçekten iletişim çağında yaşadığımıza mı inanıyorsun?
Karşındaki sesin bir robot, onu sana yönlendirenin bir yapay zekâ olması aklını hiç kurcalamıyor mu?
Gerçekten her şeyin sonunu biliyor musun?
Son zamanlarda izlediğim en iyi gerilim filmlerinden biri ‘Leave the World Behind’ ya da Türkçe adıyla ‘Dünyayı Ardında Bırak’ bu soruları hatta daha da fazlasını sorduruyor.
Eski göz ağrımız Julia Roberts var başrolde… Ethan Hawke, pek de uyumlu olmayan bir evliliğin diğer tarafı… Daha henüz filmin başında bu ikiye ayrılmış hayatı göstergebilim unsurlarıyla izliyoruz.
Bir diğer başrol oyuncusu Mahershala Ali ‘Yeşil Rehber‘deki performansını bu filmde de korumuş.
Hikâye, içinde yaşadığı ortamdan sıkılmış çiftin hafta sonunu geçirmek için bir ev kiralamasıyla başlıyor.
Karmaşık, mutsuz ve tatminsiz hayatları, sanki o hafta sonunu Long Island’ın güzel bir kıyı evinde geçirirlerse düzelecekmiş gibi…
Aracın ön koltuğunda birbiriyle konuşmak yerine telefonlarıyla konuşan anne baba, arka koltukta tabletleriyle oynayan ve birbirlerini zayıflıklarıyla utandırmaya çalışan iki kardeş… Mutluluğu ve huzur arayacakları bir yolculuğa çıkıyorlar.
Sonrası dünyayı sarsacak bir felaketin ilk adımları.
Uydu bağlantılarıyla her şeyimizi emanet ettiğimiz internet kesiliyor.
Kendi başına bir şey olmayan fakat her şeyin varlığını dayandırdığı internet, olmaya da biliyor ya!
Bakın çok basit!
Suyun kesilmesi gibi…
Kapı kolunun kırılması, camın çatlaması gibi…
Ancak konu internet olunca iletişim çağındayız masalının kocaman bir yalan olduğu ortaya çıkıyor. İletişimimiz iskambil bir kule gibi her an devrilmeye hazır. Çözümümüz de yok!
Sonrası anlamlı bir film… Çekimleriyle, oyuncularıyla, çirkinlik ya da korku yaratmayan gerilimiyle…
Daha da önemlisi insanın, ilkel beyninin etkisine ne kadar kolay girebildiğini gösteren sahneleriyle…
Sahile çarpmak üzere gelen kocaman gemiyi, cep telefonuyla görüntülemeye çalışmalarını yadırgamadığımız hemcinslerimizle…
‘Dünyayı Ardında Bırak’ yaşadığımız dünyayı kendimizden başlayarak sorgulamamız için bir fırsat…
Film dünyayı her türlü çirkinlik içinde bırakmaya devam ederken dönüşümlü pipet kullanıp gezen tavuk boğazlayıp beyaz ayıyı kurtarma masalı yaşamanın manasızlığını gözümüzün önüne seriyor.
Filmin sonunda ne mi oluyor?
Ailenin küçük kızı hayatın en anlamlı beklentisini dile getiriyor: “Mutlu olmak istiyorum.”
Aileniz için en iyi olanın gerçekten ne olduğunu bir kez daha düşünün!
*Nereye gidiyorsun?