
KADRİ GÜRSEL
@KadriGursel
kadrigursel@diken.com.tr
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çalışma amacıyla günübirliğine Rusya’ya gideceği, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) İdlib’deki ‘9 Numaralı Gözlem İstasyonu’nun dış dünya ile kara bağlantısının Suriye Arap Ordusu ve müttefikleri tarafından 22 Ağustos’ta kesilmesinden bir gün sonra açıklanmıştı. Acil ziyaretin, İdlib’in güneydoğusundaki Morek mıntıkasında bulunan bu gözlem istasyonunun tecrit edilmesi sonucunda Türkiye’nin içine düşürüldüğü fena vaziyetle alakadar olduğu kesindi.
Sahadaki bu kritik gelişme ise El Kaide uzantısı Heyet Tahrir üş-Şam’ın (HTŞ) İdlib’in güneyindeki önemli stratejik mevkii olan Han Şeyhun kasabasının 20 Ağustos’ta geri alınması neticesinde meydana gelmişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve beraberindeki mutat zevatın Rusya’ya gittikleri gün, ne enteresan tesadüftür ki Rus birlikleri de TSK’nın ‘9 numaralı gözlem istasyonu’nun yakınında konuşlanmaya başladı. Rusların mevcudiyet sebebi, Suriye askerlerinin TSK üssünden görülecek biçimde sürdürdükleri tahrikkar davranışların bir çatışmaya yol açmasını önlemek dışında ne olabilirdi? Ruslar, Türk ve Suriye birliklerinin arasına, tabiri caizse ‘garantör’ olarak giriyorlardı.
Hale bakın ki Ruslar, Han Şeyhun HTŞ’den geri alınırken havada uçaklarıyla yerde de paralı askerleriyle Suriye Arap Ordusu’nun yanında savaşmışlardı. Sözün özü, Morek’teki TSK üssü Ruslar olmadan çembere alınamazdı. Türkiye’nin bu müşkül duruma düşmesinde kocaman bir ‘Rus parmağı’ vardı. Çembere alınan TSK üssü ile Suriye Arap Ordusu’nun arasına girip ‘barış gücü’ olanlar da Ruslardı. Morek’teki üs boşaltılmaz ve üssün TSK tarafından doğrudan ikmali sahadaki menfi şartlar dolayısıyla mümkün olmaz ise ileride bu gözlem noktasına su, yiyecek ve sair insani malzeme naklini Ruslar haricinde başka kimse gerçekleştiremezdi.
Tabii ki bu koşullarda Şam’la konuşmak abesle iştigaldir. Sahada ‘patron’ Ruslardır. ‘Patron’ dururken vassalıyla konuşmanın bir faydası ya da bağlayıcılığı şimdilik olamaz.
Ayrıca, Ankara’nın Suriye’deki rejimi devirmek için sürdürdüğü anlamsız savaş kaybedilmiştir ama Suriye de bu sırada tarumar olmuş, yakılıp yıkılmış, ekonomisi çökmüş, nüfusunun üçte biri ülkeyi terk etmiş ve Suriye Arap Ordusu gücünü önemli oranda yitirmiştir.
Suriye ve Türkiye arasındaki devasa asimetri, kazananın ya da kaybedenin kim olduğunu mevcut halin bağlamında önemsizleştirmektedir.
Ankara’nın Şam’daki rejimi devirmek için tırmandırdığı vekaleten savaş, önce Rusya’nın Suriye’ye müdahalesine yol açmış ve hemen ardından da Rusya karşısında kaybedilmiştir.
Hasıl-ı kelam, muhatap Rusya’dır.
Bu katı gerçek dolayısıyladır ki Cumhurbaşkanı Erdoğan ve beraberindeki zevat, İdlib’deki TSK üssü tecrit edildikten sonra, meseleyi halletmek maksadıyla ilk iş olarak Rusya Federasyonu’na gittiler.
27 Ağustos’ta Ruslar, düşman ortakları arasında vukuat çıkmasın diye Morek’teki TSK üssü civarında mevzilenirken, ikinci S-400 bataryasının ünitelerini taşıyan Rus ağır nakliye uçakları da Ankara’daki Mürted Hava Meydan Komutanlığı’nın pistine inmeye başlamışlardı.
Bu sırada Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in konuğu olarak, Moskova’nın 40 km. güneydoğusundaki Zhukovsky kentinde düzenlenen ‘MAKS-2019’ Uluslararası Havacılık ve Uzay Fuarı’nın açılışında bulunmakta idi.
Israrla ve ideolojik bir inatçılıkla yıllarca izlenen akıl dışı, yanlış politikaların bir ülkeyi sürüklediği fevkalade mahkum pozisyona göre, doğru zamanda doğru yerde olmak… Siyaseten malullük halinde ‘reel politika’ işte budur.
Türkiye’den gelen konuğuna havacılık ve uzay fuarını gezdiren Putin’in ağırlama koreografisinde maksimum ilgi doğuran iki an yaşandı.
İlki, Rusya’nın radara yakalanmayan ve sesten hızlı beşinci nesil savaş uçağı Su-57’nin prototipinin incelenerek, Türkiye’yi F-35 projesinden çıkaran ABD’ye nispet yapılmasıydı.
İkincisi de Putin’in Erdoğan’a dondurma ısmarlamasıydı.
Fuar gezilmiş, Rusya’nın iftihar vesilesi olan ilginç savaş aletleri Türk konuğa gösterilmişti. Sonra bir dondurma büfesinin önünde Putin cebinden parasını çıkarıp satıcıya verdi, kendisine ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a dondurma aldı.
Kaşıksız yendiği için Erdoğan dondurmayı dişledi; tadını beğendiğini vücut diliyle ifade ettikten sonra takdirini sözlü olarak da belirtmek maksadıyla dondurmacıya bakarak konuştu. Erdoğan’ın ağızından sadece bir sözcük çıktı. Bu sözcük, Putin’in Türkiye’den gelen önemli konuğuna dondurma ısmarlayarak yarattığı ‘maksimum ilgi anı’nın büyüsünü dağıtmak için normal şartlarda yeterli olabilirdi.
O geleneksel Rus dondurmasının tadına bakıldıktan sonra konuk, ev sahibine ve o evin ruhuna ihtiramını bir Rusça sözcükle ifade edebilirdi pekâlâ. Ayrıca, Putin’le uzun yıllardır geliştirilmiş olan kişisel ilişki sayesinde, jest yapmak lazım geldiğinde işe yarayacak birkaç Rusça sözcük de öğrenilmiş olunabilirdi.
Mesela ‘güzel, hoş’ anlamındaki ‘haraşo’ gibi…
Ancak Erdoğan dondurmayı dişledikten sonra Rus tezgahtara dönerek, “Good” dedi.
Putin’in sembolizmlerin dilini iyi bildiğini ve buna önem verdiği malum. Erdoğan’ın ise o sırada içinden geldiği gibi konuştuğunun farkında olmalıydı. Erdoğan, yabancılarla ayaküstü konuşurken aklına gelen bazı İngilizce sözcükleri muhatabının milliyetine bakmaksızın kullanmayı seviyor. Putin kendisine dondurma ısmarlayınca da böyle yaptı. Açıkçası, ben Erdoğan’ın “good” ya da “haraşo” değil, “güzel” demesini isterdim.
Dondurmanın tadına baktıktan sonra Erdoğan’ın beğenisini “good” diyerek dile getirmesi pek dikkat çekmedi. Doğal olan da buydu çünkü atraksiyon, dondurmayı ısmarlayan siyasi karaktere aitti.
‘Good’, ‘haraşo’ ya da ‘güzel’ fark etmiyordu; fuar gezildikten sonra ısmarlanan o dondurmayla ‘babacan’ (paternalistik) tavırlı bir liderlik gösterisi yapılmıştı. Dondurmanın tadına dair kullanılan sözcüğün hangi dilden olduğu da gösterinin muhtevasını değiştirmiyordu; bu hikayede her durumda kazanan, oyunun dominant karakteri Putin’di.
Fırat’ın batısında da, doğusunda da…
Öyle ki, Fırat’ın doğusunda ne olursa olsun, Putin’e yarıyordu. Mesela Putin, Erdoğan’la birlikte düzenledikleri basın toplantısında, Türkiye ile ABD arasında Fırat’ın doğusu için varılan güvenli bölge mutabakatını ‘Suriye’nin toprak bütünlüğü açısından olumlu bir adım’ olarak nitelendirdi.
Türkiye ve ABD’nin bir müşterek harekat merkezi kurmalarının çok da önemi yoktu. Neticede bu mutabakat sayesinde TSK, YPG/PKK’ya karşı tek taraflı ve derinlikli harekat yaparak Fırat’ın doğusuna yerleşmekten uzak tutulmaktaydı ve bu da Rusya’nın Suriye’deki stratejik hedefleriyle uyumluydu.
Aksi olsaydı, ABD’nin koruyuculuğu altına girdikleri için diş biledikleri YPG/PKK ağırlıklı Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDF) TSK aracılığıyla cezalandırılmasından ve Türkiye ile ABD’nin arasının daha da açılmasından yine Putin memnun olacaktı. Suriye Kürtleri ABD’nin kendilerini koruyamadığını görüp rejimle anlaşmanın yolunu arayacaklar ve Fırat boyunca oluşan denge ABD aleyhinde bozulacaktı.
Neden olunan şartlarda Putin dondurma ısmarlıyorsa beğenmekten başka seçeneğiniz yoktur.