Yıldız Teknik Üniversitesi’nin bir yıl süren araştırması sonucunda, İstanbul Boğazı’nda bir kilometrekarede 60 bin adet mikroplastik atık olduğu belirlendi.
Çay, tuz, deniz ürünleri, bal, şeker, bira, sebze, meşrubat, şişe su gibi gıdalardan anne karnındaki bebeklerin plasentalarına kadar her yerde görülen mikroplastik, büyük plastiklerin 5 milimetreden daha küçük parçalara ayrılması sonucu oluşuyor.
DHA’nın görüntülediği RV YUNUS-S gemisiyle yapılan çalışma için denizin dibinden ve yüzeyinden örnekler alındı. Örnekler geminin güvertesinde ayrıştırılarak laboratuvar ortamında incelendi.
‘Türkiye’deki çalışmalar çok kısıtlı’
Elde ettikleri sonuçların tehlikelerine işaret eden çevre mühendisliği bölüm başkanı Prof. Dr. Güleda Engin, çalışmalarıyla ilgili şunları anlattı: “Bu proje fikri Brezilya’ya bir sempozyuma katıldığımda ortaya çıktı. Orada Alman bir hoca, mikroplastik kirliliğine dikkat çekmişti. Türkiye’de bu konuda çok kısıtlı çalışmaların olduğunu fark ettik. TÜBİTAK’a müracaat ettik ve projemiz kabul edildi. Şimdi İstanbul’u çevreleyen denizlerimizde deniz suyu yüzeyinde, su kolonlarında ve deniz dibindeki çamurda mikroplastik kirliliğini araştırıyoruz. Çalışmamız toplam iki yıl devam edecek. Şu an bir yılımızı tamamladık. Bu zamana kadar çıkan sonuçlar çok iyi değil. Özellikle Haliç’te, atık su derin deniz deşarjının yapıldığı noktalarda, marinalarda ve iskelelerde çok ciddi şekilde mikroplastik kirlilikler tespit ettik.”
‘Toksik maddeler birikiyor’
Mikroplastiklerin sağlık riskine dikkat çeken Prof. Dr. Engin şöyle konuştu: “Besin zincir yoluyla da bu mikroplastikler balıklardan insanlara ulaşıyor. Aynı zamanda bu mikroplastikler balıkların vücutlarında bulunan çeşitli organlarda birikim gösterdiği için balıklar çok büyük zarar görüyor. Asıl büyük zarar ise, bu mikroplastiklerin üzerine ağır metaller gibi toksik maddelerin birikmesi. Bu maddeler balık tüketimi ile insanlara ulaşıyor.”
Profesör, müsilaj felaketi gibi bir tehlikeyle karşı karşıya olma ihtimalini vurgulayarak şunları söyledi: “Mikroplastikleri de son dakikaya kadar bekleyip müsilaj gibi patlak vermesini mi bekleyeceğiz? Acil ciddi tedbirlerin alınması lazım. İskelelerin kenarında bu mikroplastikleri gözle görebiliyoruz. Bazı noktalarda kilometrekare başına 60 bin adet mikroplastik buluyoruz. Bu mikroplastikler gözle görülebiliyor. Ancak bu şekilde devam ederse 2050 yılına geldiğimizde belki müsilaj gibi denizlerin kenarları mikroplastiklerle kaplı olacak.”
Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hanife Sarı Erkan ise özellikle Boğaz hattına kıyasla Kadıköy, Tuzla ve Silivri Yenikapı hattında daha az plastik kirliliği olduğunu ancak Haliç’in mikroplastik anlamında çok ciddi bir alarm verdiğini belirterek “Haliç’e dökülen Kağıthane ve Alibeyköy derelerinin taşıdığı plastikler, çok yoğun durumda” dedi.
Mikroplastiklerin etkisinin makro düzeyde olduğunu belirten Doç. Dr. Erkan şunları söyledi: “Önümüzdeki yıllarda, denizlerde, balıklardan daha çok mikroplastiklerin olacağı öngörüyoruz. Çünkü katlanarak giden bir artış var. Bizlere düşen görev ise kullandığımız plastik ürünlerini azaltmak. Plastik çatal, kaşıklar ve pipetleri mümkün olduğunca hayatımızdan çıkarmalıyız. Örneğin yüz temizleme jellerinde bile mikro boncuklar var. Satın aldığımız ürünlerin içeriğine bakmalıyız. Bu süreçte endüstriyel kuruluşlara da çok fazla iş düşüyor. Bu kuruluşlar atık sularını mümkün olduğunca ayrıştırarak, bertaraf etmeli. İsmi mikro olmasına rağmen etkilerinin makro boyutlarına ulaşacağını tahmin ediyoruz. Mikroplastikleri küçük olduğu için şu an deniz yüzeyinde göremiyor olabiliriz. Ancak aldığımız bir balığın içini temizlerken mikroplastiklerle karşılaşabiliriz. Gerekli önlemler alınmazsa denizlerimiz plastik çorbası haline gelebilir.”