ALTAN SANCAR
altan-sancar@hotmail.com / @altansancarr
Merkez Bankası Para Politikası Kurulu dünkü toplantında politika faizinde 200 baz puanlık bir indirime gitti ve faiz oranının yüzde 16’ya çekti. Bu kararın ardından kurlar hızla yükseldi.
Diken’in sorularını yanıtlayan Prof. Dr. Aziz Konukman, kurulun verdiği kararın şaşırtıcı olmadığı görüşünde. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dile getirdiği “Faiz sebep, enflasyon sonuç” söyleminin resmi belgelerde politika olarak yer aldığına dikkat çeken Konukman’a göre faizlerin indirilmesi için öncelikle enflasyonun düşürülmesi gerekli.
Meclis’te görüşmelerine başlanacak 2020 yılı bütçesini de değerlendiren Konukman, faiz kararı ile birlikte Türkiye’nin borç yükünün de arttığına dikkat çekti. Hazine’den ödenecek faiz tutarlarının giderek arttığını söyleyen Konukman’a göre, iktidar faiz lobisine teslim olmuş durumda.
Faiz indirimi kararı ile başlayalım. Kararı ve etkilerini nasıl karşıladınız?
Cumhurbaşkanının “Faiz sebep, enflasyon sonuç” görüşü, 11’inci Kalkınma Planı’nda resmen bir politika olarak yer aldı. Tarihimizde ilk kez, iktisat teorisinde olmayan bir tez, bir tedbir olarak kalkınma planında yer buldu. Bunun ardından orta vadeli planda ve yıllık raporda yer aldı. Bu görüşü oraya yazdığınız andan itibaren, Merkez Bankası’nın başka türlü karar alması mümkün değil. Niye şaşırıyoruz? Faiz sebep, enflasyon sonuç ise faizi indirmek gerekir. Merkez Bankası başkanlarından bağımsız, böylesi bir politika resmi eylem belgelerinde yer alıyor ise bunun olacağı zaten bellidir.
Naci Ağbal, faizi yükseltti. Ama orada da iyi polis kötü polisi oynadılar. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Faizler yükselsin” diye herkesin isyan ettiği bir ortamda başkanı değiştirdi –ki eski başkan da faizleri yükseltirdi- Ağbal’ı getirdi ve o da faiz yükseltti. Faizin yükseldiği gün Erdoğan, TOBB’da iyi polisi oynayarak, “Yüksek faizler ile nasıl dayanacaksınız? Sizi anlıyorum” dedi. Ertesi gün de “Sözümü dinlemiyorlar” biçiminde açıklamalar yaptı.
Para Politikası Kurulu’nda iki üye değişti. Diyelim ki bir üye ABD’deydi ve geliş gidiş masrafları ödeniyordu. Hadi onu saymayalım, diğer üye ve yardımcı faize karşı isimlermiş. Zaten MB başkanı da ‘çekirdek enflasyon’ açıklaması ile faiz indirimi sinyalini vermişti. Çünkü çekirdek enflasyon, manşet enflasyondan daha düşüktü ve bu bir faiz indirimi sinyaliydi. Aslında ilk indirim kararı alınan toplantıda 1 puandan daha fazla indirim yapılacaktı, ama kabul görmedi. Şimdiyse yine 1 puan beklenirken, ötesine geçildi ve “Nasıl olsa tepki olacak, 2 puan indirelim işi bitirelim” düşüncesi ile hareket edildi.
Peki, gerçekten iş bitti mi?
Bitmez, mümkün değil. Eğer sermaye hareketleri serbest ise ve bağımsız bir para politikası izleyecekseniz, dalgalı kur uygulanmak zorunda. Oysa biz sabit kurdayız. Neden? Çünkü kur ve faiz aynı anda belirleniyor. Biz buna imkânsız üçleme diyoruz. Hem faizi hem kuru aynı anda belirlemek mümkün değil.
Peki, size göre faiz indirimi devam mı edecek?
Piyasaların tepkisini görünce, tersi bir hareket de yapılabilir her an. Çünkü Türkiye ekonomisinde öngörüsüzlük başladı. Artık iktisat politikalarını öngörme şansımız yok, çünkü tek adam rejimi farkı burada. Cumhurbaşkanı, iktisada ilişkin binlerce karara imza atıyor. Bir bakıyorsunuz, gümrük vergileri aşağı çekiliyor. Bu kararların hangisinin ciddi değerlendirmesi yapıldı, maliyeti ölçüldü diye baktığımızda cevabını bulamıyoruz. Burada resmi politikaya da girmiş bir inat söz konusu. Siz çıkıp da “Faizi sebep olarak görüyorum” dediyseniz ve bunu resmi belgelere soktuysanız bunun adı inattır.
Her an geri dönüşler de yaşanabilir. Dış politikada olduğu gibi ekonomi alanında da bunlar olabilir. Bu tarz bir durumla karşı karşıya geldiğimizde şaşırmayalım, zira az önce de dediğim gibi öngörüsüzlük sık sık karşılaştığımız bir durum.
Gerçekten de faiz enflasyonun sebebi midir?
Olamaz! Enflasyonu düşürmeden, böylesi bir operasyona girerseniz kurla ilgili düzenlemelerde sıkıntı yaşarsınız. Enflasyon yükseldiği için mecburen faizleri yükseltiyorsunuz. Enflasyonu indiremediğiniz sürece, faiz arttırmak zorunda kalırsınız. Önemli olan enflasyonu indirmektir ki bununla ilgili de bir politika mevcut değil. Devamlı komiteler kuruluyor. Gıda komitesi kuruldu, ancak daha sonra adını duyan oldu mu? Şimdi bir de fiyat komitesi kuruldu. Eskiden bir sorun yaşandığında komisyona havale edilirdi, şimdi ise sorunlar komitelere havale ediliyor. Enflasyonu düşürmeden, faizleri düşüremezsiniz ki bu yerleşik iktisat teorisinin temel önermesindir.
Enflasyonun kalem oynatmaları ile kâğıt üzerinde düşürüldüğü tartışmaları da var bir yandan. Bunun etkisi olur mu?
Çekirdek enflasyon dediğimiz aslında yararlı bir şey. Çünkü içinden geçtiğimiz bazı süreçlere bağlı artışları ayırmak mümkün oluyor. Ani bir durum yaşanmıştır ve gıda fiyatları artmıştır. Bu artışı arındırarak, “Acaba bu olmasaydı enflasyon ne olurdu” diye bakmak mümkün kılınır. Yapısal gelişmeleri takip etmek için önemli bir argümandır. Fakat Türkiye’de, ortada bir manşet enflasyon ve sepetin kendisinde bir artış söz konusu. Bu gerçekliği bir kenara atarak, “Çekirdek enflasyon daha fazla işime yarar” derseniz piyasa aktörleri sizi ciddiye almaz. O zaman, “Orta vadeli programda verdiğiniz yüzde 12,6’lık hedefi değiştirin” derler.
Sizinle daha önce de konuşmuştuk ve “Ekonomi öngörü işidir” demiştiniz. Şimdi “Öngörü kalmadı” diyorsunuz. Bu durum sermayeyi kaçırmayı kendisiyle birlikte getirebilir. Bunun üstüne iktisadi kurallara uyumun da kalmadığını söylüyorsunuz. Öngörüyü buradan kuracak olursanız, uyumsuzluk ve öngörüsüzlük Türkiye ekonomisini nereye götürecek?
Büyük olumsuzluklara sürükleneceğiz. Enflasyon yükselme eğiliminde ve 12,6’da durmayacak. Bundan iki üç ay öncesine kadar, baz etkisi nedeni ile kasım veya aralıkta düşecek diye düşünüyorduk. Ancak, Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE) ile Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) arasındaki makas, neredeyse 20 puan ÜFE lehine. ÜFE yüzde 40-45 bandında, TÜFE ise yüzde 20’lerde. Bu fark gecikmeli olarak TÜFE’ye yansıyacak. Nitekim Erdoğan, “Fiyatlar henüz yansıtılmadı” dedi. Yani bizler birikmiş zamları henüz yaşamadık. Akaryakıtta ÖTV’de sınıra gelindi ve artık pompa fiyatlarına yansıyacak. Yani enflasyonun ciddi bir yükseliş süreci ile karşı karşıyayız ve bu ortamda faizleri indirmek akla ziyan.
Eli kulağında, FED alımları azaltma kararı alabilir, yani piyasayı fonlayacağı miktarı azaltabilir. Bu durumda faizlerin yükselmesi söz konusu olacak. Peki, bu durumda çevre ülkelere giden sıcak para ne yapacak? Geri dönme eğilimine girecek. Siz tam bu durumda faizleri yükseltmeliyken, düşürme eğilimine gireceksiniz. Sıcak para ABD’ye dönmesin, yüksek faiz verilsin ve burada tutulsun politikasını terk edeceksiniz.
Kısacası, FED’in piyasalara daha az miktarda para vermesi, ABD’de faizlerin yükselmesi demek. Faizler yükselince, sıcak para ABD’ye kaçmasın diye sizin de faiz yükseltmeniz gerekir. Ama dönüp bakıyoruz ki faiz düşürme sürecine girilmiş durumda.
O zaman bir kıyaslama yapmanızı isteyeceğim. 21 Ekim sabahı ile akşamı arasında yurttaşın ekonomisi nasıl değişti?
Damat (eski Hazine ve Maliye bakanı Berat Albayrak) ile Ahmet Hakan arasındaki “Maaşını dolarla mı alıyorsun” konuşmasını bir hatırlayalım. Emekçiler dolar ile almıyorlar, ama dolar ile harcamak zorundalar. İthal girdiler ile üretim yapılıyor ve soframıza geliyor ise “Kurdan bana ne” diyemezsiniz. Kur arttığı zaman, halk deyimi ile iğneden ipliğe zam geliyor. Ama şunu da belirtmek gerekiyor, her şeye aynı oranda zam gelmiyor. Bazı malların ithal girdileri daha yüksek, bazılarının daha düşük. İthal girdisi yüksek olan malın fiyatına dolar nedeni ile daha fazla zam yapar, düşük olan daha az yapar. Türkiye’de ne oluyor? Durumu fırsat bilen herkes zam yapıyor ve makul rakamların üzerine çıkılıyor. Meşru olmadığı halde, “Fırsat bu fırsat” diye zam yapılıyor. İthal girdilerine bağımlı bir ekonomimiz var. Acilen kur artışının sektörel fiyatları nasıl etkilediği TÜİK ve MB tarafından açıklanmalı. Girdi-çıktı tablosunun ortaya konması gerekir. Üretici yerli bir ürünü kullanıyor bile olsa, o yerli ürünün üretimi ithal girdi ile üretiliyor. Toplam etkiyi bilip her sektöre göre kur artışının etkisini hesaplamamız gerekiyor. Bunu yapabilirsek, bazı sektörlerde etki büyük, bazı sektörlerde küçük çıkacak. Bunu açıklaması gereken ise TÜİK ve MB aslında. Fakat en son girdi-çıktı tablosu 2012 yılına ait.
İktidar zamlar karşısında sık sık ‘fırsatçılık’ vurgusu yapıyor. Ama ben sizin söylediklerinizden bir yerde bu fırsatçılığa yol açanın da iktidar olduğunu anlıyorum. Doğru mu?
Tabii ki! TÜİK ve MB resmi açıklama ile girdi fiyatlarının matematiğini ortaya koyar ise makul fiyat artışı anlaşılabilir. Hükümet bunu bilmeden “Fahiş artış” diyebiliyor anlamıyorum. İktidar, kamuoyunu bilgilendirmek zorundadır. Tüketiciyi, yani vergi veren vatandaşı bilgilendirmek kendilerinin görevidir.
Sohbetimize biraz da bütçe ile devam edelim istiyorum. Cetvellerde dikkat çeken onlarca kalem var, ama faiz ödemeleri en önemli kalemlerin başında geliyor. Anladığımız kadarıyla, bütçe açığını da tetikleyen bir durum bu ödemeler. Tabloyu netleştirmek adına değerlendirmenizi alabilir miyim?
Rakamlar üzerinden gidersek, daha açıklayıcı olacaktır. 2022 yılı bütçesinden faiz için ayrılan ödeneğin milli gelir içindeki payı yüzde 3,1 olarak görülüyor. Sermaye giderlerini yatırım ödeneği olarak ele alırsak, bunun payı ise yüzde 1,7 oranında. Düşünün milli gelirde faize giden pay, yatırıma gidenin neredeyse iki katı. Ekranlarda “Faiz lobilerine teslim olmayız” diyenler, o gruba teslim olmuşlar. Rantiye kesimine kaynak transfer etmekten başka bir şey düşünmüyorlar. Bütçe, kamu hizmeti vermek için yapılır. Faize ayrılan pay, yatırımın neredeyse iki katına ulaşmış ise burada bir sorun vardır. Bu bütçe rantiyeye hizmet bütçesine dönüşmüştür.
Bu faizler borçların faizi, ancak borçlanma durumuna ilişkin de bazı eleştirileriniz var sizin anladığım kadarıyla.
Devlet borçlanma yetkisine sahiptir. 4749 Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi’nde hükümete genel bütçe açığı kadar borçlanma yetkisi verilir. Yine bu kanununun 5’inci maddesi ile Hazine ve Maliye Bakanı’na ekstra yüzde 5 oranında borçlanma yetkisi verilir. Bu da yetmezse, bu defa cumhurbaşkanına da yüzde 5’lik bir yetki verilir. Bunun dışında borçlanmak mümkün değildir, çünkü kanun açıktır. Ama iktidar ne yapıyor? Torba kanun ile 4749 sayılı kanuna geçici bir madde ekleyerek, limiti yükseltme yoluna gidiyor. 2020 yılında bütçe açığı yaklaşık 140 milyar lira diyelim. İki defa yüzde 5’lik artış ile 154 milyar liraya ulaşılıyor. Normal şartlarda borçlanma üst limiti 154 milyar liradır. Geçici madde ile bu rakamın iki katı kadar borçlanma yetkisi veriliyor. Oysa geçici madde kanunun özüne aykırı olamaz. 4749 sayılı kanun, kamu borçlarının keyfi olarak arttırılmaması için bir limit getiriyor; ama geçici maddeler ile kanun bir tarafa atılıyor. Siz kalkıp böyle limitsiz borçlanırsanız, faizi de bütçeye büyük etkide bulunur. Üstelik bu borçlanmanın bir kısmı dolar cinsinden. Kurdaki yükselişe baktığımızda da Türk Lirası cinsinden yükümüzün arttığını görüyoruz. Kısacası, yarın itibari ile dünyaya gelen bebek, önceki güne göre daha borçlu olacak.
Üstelik KÖİ için borç üstlenim limitinin geçen yıl ile aynı olduğu savunuluyor. Yani geçen yıl da 4,5 milyar dolar olduğu, gelecek yıl da 4,5 milyar dolar olacağı savunuluyor. İyi de geçen yıl dolar kuru 7 lira seviyelerindeydi. Şimdi ise aldı başını gidiyor. Yarın bu limit daha da yükselecek. Bütçeye her gün ilave bir yük çıkıyor. Bütçe konuşulmaya başladığında ise bu yük kim bilir nerelere gelecek.
Borç yükü, kur etkisi, enflasyon, faizler derken, 2000’lerin başında yaşanan o krize benzer bir yere sürüklenir miyiz?
Her an mümkün. Planlı ekonomiden uzaklaşıldı, piyasa yönelimli bir ekonomiye geçildi. Ayıca kamusal denetimlerin de çoğu tasfiye edilmiş durumda. Ancak, bizim temel krizimiz tek adam rejimidir. Tek adam rejimini izole etmeden, iş yapabilme olanakları sınırlıdır. Krize karşı muhalefetin çabalarını somutlaştırması gerekli. Örneğin, geçmişte parlamenter sistemin kendisinden bunalan ciddi bir kesim vardı. Bu nedenle bir daha aynı şeylerin yaşanmayacağını yazılı ve somut biçimde duyurmak şart.