MESUDE DEMİR
@mesudedemirr
Psikolog Prof. Dr. Acar Baltaş, Türkiye’nin ruhsal durumuna, ‘öfkeli, tahammülsüz, çaresiz ve umutsuz‘ teşhisini koydu. Baltaş düzelme için, yurttaşlık bilincinin yaratılması, sevinçte kederde bir araya gelebileceğimiz bütünleşmenin yaşanması gerektiğini söylüyor.
‘Hayat En Çok İyileri Kırar’ kitabında, gazeteci Mert İnan’ın sorularını yanıtlayan Baltaş, kırıldığımız yerden güçlenmenin yollarını anlatıyor. Psikolojiyi bilimsel temelinden uzaklaşmadan anlaşılır kılan Baltaş, yaşamımızı zorlaştıran çevre ve kendimizle ilgili faktörlere yeniden baktırıyor.
Öz kaynaklarımızla mutsuzlukla nasıl baş edebileceğimizin, başka bir deyişle hayatımızın dümene geçebilmenin mümkün olduğunu hatırlatıyor. Bunun için ip uçlarını veriyor.
Baltaş tatildeyken Zoom’dan bağlanarak sorularımızı yanıtladı.
‘Toplum olma özelliğini kaybediyoruz’
Baltaş Türkiye’nin ruhsal durumuyla ilgili tespitlerini uluslararası araştırmalara dayanarak yaptığını belirtti ve ekledi: “Çevrenizdekiler nasılsa siz de yavaş yavaş onlara daha çok benziyorsunuz. Ne yazık ki toplum olma özelliğini kaybetmeye başladık. Toplumsal birliktelik için ortak değerlerin olması gerekir. Türkiye bu ortak değer sisteminden uzaklaştı. Artık tasa ve sevinçte bile birlikte olamıyoruz. Büyük bir kırılma içindeyiz. Mutluluk araştırmalarında Türkiye’nin Irak, Lübnan, Tunus, Mısır, Ekvator, Namibya, Nepal, Bangladeş gibi ülkelerle aynı kategoride olması vahim.”
Dış koşullar, içinde yaşanılan toplum, iş ortamı, sosyal hayat, olanaklar, ekonomik koşullar, barınma koşulları ve benlik algısı mutluluğu etkiliyor. Baltaş yaşanan şehrin de mutluluğu belirlediğini ekledi.
‘Derin yoksulluk, gelecek umutlarını da tüketiyor’
Mutsuzluğun önemli sebeplerinden biri ekonomik koşullar. Tablonun bireysel yansımaları var kuşkusuz. Eşlerin, çocukların önünde yetersizlik duygusu yaşatıyor. Baltaş bu durumun insanları daha öfkeli ve tahammülsüz yaptığını söyledi: “Biliyoruz ki fakirlik hayat süresini kısaltır. Yaşam kalitesini düşürür. Türkiye’de sadece fakirlik değil, derin yoksulluk yaşanıyor. Derin yoksullukta en temel ihtiyaçlar bile karşılanamaz. Geleceğe dönük umutlar tükenmeye başlar. Böyle bir ortam mafyalaşmayı artırırken buna bir de cezasızlık kültürü eklendiğinde öfke patlamaları kaçınılmaz olur. Tüm olumsuz koşullar birleşerek, toplumda ‘fay hatları’ oluşturuyor. “
‘Beyzbol sopası en çok satılan ürün haline geldi’
Baltaş’a göre en sorunlu alanlarımızdan biri insanları ahlaken eğitememek: “Ahlaken eğitim vermediğinizde toplum için tehlikeli insanlar yaratırsınız. O zaman Anadolu bilgeliği ve sağduyu ortadan kalkar. Böyle bir toplumda kimin kime gücü yetiyorsa birbirini alt etme yarışı başlar. En vahimi de beyzbol oynamadığımız halde, beyzbol sopasının en çok satılan ürünlerden biri haline gelmesi.”
‘Likayatsizlik, sosyal molozlara ortam hazırlıyor’
Fırsat eşitsizliğinin ülkede daha iyi yaşayabilmenin önündeki engellerden biri olduğunu söyleyen Baltaş şöyle devam etti: “İnsanlar liyakatlarıyla sahip oldukları, özellikle hak ettikleri yerlere geleceğine inanmıyorlarsa o zaman ister istemez ‘ilişki’ aramaya başlarlar. İlişkiyle öne geçildiğini gördükleri zaman da kendilerini geliştirme ihtiyacı hissetmez. O ilişkileri kuracakları topluluklar içine girmeye çalışırlar. İçine giremiyorlarsa da o ilişkileri kuranların altlarında, onlardan sızanlarla beslenmeye çalışırlar. İşte bunlara ‘sosyal moloz’ deniyor. Tabii ki bu içinde yaşadığımız akvaryumun suyunun kalitesini bozuyor. Biz de o suyun içinde nasıl daha iyi yaşayabiliriz diye bakmak zorundayız.”
‘Tarikatlar kamuda liyakatsizliğin sebeplerinden’
Liyakatsizliğin bir sebebi de insanların farklı dini tarikatların çatısı altına girmesi. Tarikatların her alanda söz sahibi olmaya başlaması. Din faktörü bunları daha daha kabul edilebilir ve meşru hale getiriyor. Baltaş tarikatlara gidilmesini dayanışma ihtiyacına da bağlıyor: “İnsanlar ihtiyaç duydukları dayanışmayı, inanç sistemi kılıfı üzerinden bu tür gruplaşmalar içinde çözmeye başlarlar. Bunlar da kendi yandaşlarına her türlü ayrıcalıkları sağlamayı sistemin varoluşunun temeli olarak kabul ederler. Hakkı mıydı, değil miydi diye ilgilenmezler. Zaten kamuda liyakatin olmamasının en önemli sebeplerinden biri öteden partiydi, sağdı, soldu vs. gruplaşmalardı. Şimdi daha da özelleşti. Din faktörünün de etkisiyle nihayetinde sorgulamadan boyun eğiliyor. Ama istekler de yerine geliyor. Tarikatların sizden istekleri olduğu zaman da siz onları yerine getiriyorsunuz.”
‘Umut hep olsun ama…’
Baltaş karşılaşılan sorunların çözümü için ‘psikolojik sağlamlık’ kavramını öne sürüyor.Psikolojik sağlamlık umut, olumlu tutum, yılmazlık ve öz yeterlilikten oluşuyor. “Umut dediğim şey, ‘iyi düşünelim, iyi olsun’ demek değil, ümidi kesmemek” diyen Baltaş, mevzuyu şöyle açtı: “Umut gelecekle ilgili olumlu beklentiler içinde olmak. Ancak bu hedef, strateji ve eylem içermeli. Enerjimizi değiştiremeyeceğimiz olandan alıp, değiştirebileceğimize yöneltmek lazım. Çünkü sonunda değiştiremiyorsak ya bize haksızlık yapanın kurbanı oluyoruz ya da hayatımızın evresine göre (anne, baba, öğretmen, yönetici, sevgili, eş her neyse) koşulları, başkasını, kendimizi suçluyoruz. Kurban rolünü seçiyoruz.”
‘Kasedi geriye sarmayın’
Baltaş’ın söylemeye çalıştığı ‘şükret, beterin beteri var’ değil: “Enerjimizi nereye koyarsak hayat orada gelişir. Öz kaynaklarımıza odaklanmamız lazım. ‘Şu anda iyi olan ne?’ sorusunu sorabilmeliyiz. Neye sahipsin? Hayat daima ileri doğru yaşanır. Kasedi geri sardığımızda takılıp kalıyoruz. Kendi yarattığımız girdapta boğuluyoruz. Leonard Cohen’in şarkısında dediği gibi hayat: Her şeyde çatlak vardır ve ışık böyle girer içeri…”