Kamuoyuna ‘Van’da iki köylünün helikopterden atılması’ şeklinde yansıyan iddiaları araştıran Bağımsız İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, “Ne Van’da ne Mersin’de bu insanların kapısını çalan gazeteci var. Biraz haysiyetleri varsa istifa etsinler. Sessizlik sarmalı hepimizi boğacak. Herkes kendine sorsun: Bu insanlar benim komşum olsaydı ne yapardım” dedi.

Şık, Van’ın Çatak ilçesinde 11 Eylül’de askerler tarafından gözaltına alınıp helikoptere bindirildikten sonra hastanede yoğun bakımda bulunan Osman Şiban ile komada 20 gün kaldıktan sonra hayatını kaybeden Servet Turgut ile ilgili rapor hazırladı.
Bağımsız milletvekili, 2 Kasım’da Meclis’te düzenlediği basın toplantısında raporunu açıkladı.
Kısa Dalga Podcast’ten Mehveş Evin, Şık ile hem raporun ortaya çıkardıklarını, hem de bunu izleyen derin sessizliği konuştu.
“İlk iddia, helikopterden atılma olarak yansıdı. Beni öfkelendiren şey, buna dair sessizlik haliydi” diyen Şık, Mersin, Van’ın Merkez ve Çatak ilçelerine bağlı Sürik mezrasına giderek başta evinde tedavisine devam eden mağdur Osman Şiban olmak üzere, avukat ve görgü tanıklarıyla görüştüğünü anlattı.
Şık, Van’da vali, savcı, başsavcı ve komutanın görüşme talebini reddettiklerini belirterek şöyle konuştu: “Olay, darp, yüksekten düşme, helikopterden şeklinde hastane raporlarına yansımış. Helikopterden atmakla, linç ederek veya kurşunlayarak katletmek arasında bence zerre fark yok.”
Şık yargının tutumuna dair de “Avukatlar olay yerinde keşif yapmak istiyor. Savcı diyor ki güvenlik sağlanamadığı için gidemeyiz. Ama ben gittim! Aslında işini yapmak istemiyor. Ya da failin kim olduğunu biliyorum, araştırmak istemiyorum tavrı var” dedi.
Şık şöyle devam etti: “Eylül başında Van’ın Çatak ilçesi-Şırnak Beytüşşebap arasında bir askeri operasyon yapılıyor. Üç askerin ve üç örgüt üyesinin öldüğü operasyon sonrasında bölgede arama tarama yapılıyor.
1989’de zorla boşaltılan köylerine devletten aldıkları izinle 4 yıl önce ekip biçen aileler, hayvancılık yapan koçerlere (göçerlere) arazilerini kiralıyor.
Operasyonun yapıldığı 11 Eylül’de askerler, saman toplayan Servet Turgut’un başına çuval geçirip tartaklayarak Osman Şiban’ın evinin önüne getiriyor. ‘Bunu tanıyor musun’ diye sorunca Şiban ‘Evet yeğenimdir’ diyor. İkisini de ağır hakaretlerle helikoptere bindirmek üzere götürüyorlar.
Şiban yol boyunca şiddete maruz kaldıklarını, bir cesedin gösterilip ‘Bunu tanıyor musun’ dendiğini anımsıyor. Ama asıl işkence, helikopter piste indikten sonra başlıyor: ‘Dışarıda 100-150 asker vardı. Önce cenazeleri, sonra bizi attılar.’
Sonrasında korkunç bir dayak başlıyor. Şiban gözünü hastanede açıyor.
Hastanedeki tanıklar, sivil giyimli jandarmaların köylüleri hastaneye götürdüğünü ‘bunlar terörist, helikopterden atlayıp kaçmaya çalıştılar’ dediklerini Şık’a aktarıyor: ‘Helikopter iddiası çok bilinçli atılmış bir yalan. Ama hatayı sonra fark ettiler çünkü kayıtlar yalanı ortaya çıkaracaktı. Evet helikopterden atıldılar. Ama birinin ölümüne yol açan, kitlesel lincin ortasına atılmaları.’
Şık, kurumsal medyada çalışanların bu iddiaları araştırmamasını ‘haysiyet sorunu’ olarak değerlendiriyor:
“Yaptığınız gazetecilik mi? Ne Van’da ne Mersin’de bu insanların kapısını çalan gazeteci var. Biraz haysiyetleri varsa istifa etsinler.
İyi ki Mezopotamya Ajansı’da çalışan gazeteciler var, onlar sayesinde bu işkenceden haberdar olduk. Riskleri göze alarak işlerini yapan gazetecileri pamuklara sarmalıyız.
İşkenceyi haberleştiren Cemil Uğur, Adnan Bilen, Şehriban Abi ve Nazan Sala başka bir dosya bahane edilerek tutuklandı.
150 asker, iki kişiyi linç edebiliyorsa herhangi bir yaptırım olmayacağını biliyorlar. Sessizlik sarmalı hepimizi boğacak. Herkes kendine sorsun: Bu insanlar benim komşum olsaydı ne yapardım?”