Memlekette gündem yolsuzluk olunca akıllara bir taraftan da bu durumun ekonomiye yansımalarının ne olacağı geliyor.
Aslında ilk etkiyi döviz kuru, borsa endeksi ya da tahvil faizleri gibi piyasa göstergelerinde gördük. Dünyadaki gelişmelerin de etkisine açık piyasa göstergeleri dalgalanmalar ardından şu anda görece sakin.
Bu durum Türkiye’ye özgü risklerin ekonomiye yansımasını kısa vadede perdeleyebilir. Siyasi belirsizliğin uzun vadeye yayılmasıyla ise tüketici talebi, üretim ve istihdam üzerinde tahrip edici etkiler oluşuyor.
Fatura yeni değil
17 Aralık’tan bu yana iki buçuk aylık bir süreyi geride bırakırken artık söz konusu etkilerin görüneceği safhaya doğru ilerliyoruz. Sanayi kapasite kullanım oranları ve tüketici güveni gibi öncü göstergeler şimdilik yılın ilk çeyreğinde bir ekonomik daralmaya işaret ediyor.
Öte yandan Türkiye ekonomisi yolsuzluk ve rüşvet sarmalının faturasını zaten yıllardır da ödüyor. Hesap verebilirliği sınırlı kamu sektörü, sığlıktan kurtulamayan mali piyasalar ve şeffaflıktan uzak reel sektör firmaları bu gerçeğin birer yansıması.

Yargı bağımsızlığı, yasama ve yürütme erklerinin ayrılığı ya da basın özgürlüğü gibi konulardaki tereddütler mali analizlerde siyasi risk başlığı altında yer alıyor. Meclis’te HSYK kavgası. Fotoğraflar: DHA
Yargı bağımsızlığı, yasama ve yürütme erklerinin ayrılığı ya da basın özgürlüğü gibi konulardaki tereddütler mali analizlerde siyasi risk başlığı altında yer alıyor.
Bedeli biz ödüyoruz
Bunun karşılığında ödenen risk primi artıyor. Tüketici veya iş sahibi olarak bu bedel günlük hayatta karşımıza yüksek faiz, abartılı vergi oranları ya da yetersiz kamu hizmeti olarak çıkıyor.
Mali ya da niceliksek olarak değerlendirilemeyen birçok şey siyasi risk primine yansıyor. Bu yüzden çoğu zaman ölçümü üzerinde bir uzlaşmaya varılamıyor.
Siyasi risk primin kaç?
Siyasal sistemin işleyişine ilaveten ülkedeki herhangi bir kamu ya da özel sektör kuruluşunun faaliyetine dönük basit bir gözden geçirme kurumsal yapının nerede durduğunu anlatıyor. Kurumsal yapıdaki boşluklar da dönüp dolaşıp risk primi içinde kendine yer buluyor. Aşağıdaki gibi bir dizi sorudan hareketle, gerekirse yanlarına yenilerini de ekleyerek risk primi belirlemek mümkün:
- Sektörünüz, faaliyet alanınınıza ilişkin yasal düzenleme var mı? Varsa uygulamada tereddüt ve belirsizliklere yer vermeyecek şekilde açık mı?
- Kuruluşunuzun icracı ve denetleyici birimleri birbirinden ayrı ve bağımsız mı?
- Faaliyetleriniz ve hesaplarınız bağımsız ve uzman bir otorite tarafından denetleniyor mu? Denetleniyorsa, raporları şeffaf bir onay sürecinden geçip kamuya açıklanıyor mu?
- Ücret ve mükafatlandırma esasları adil ve açık mı?
- Anlaşmazlık halinde izlenecek yasal süreçler belli mi, süreçleri tamamlamak için gerekli süreler makul mü?
- Mal ve hizmet alımları için kullanılan ihale düzenlemesi ülke ihtiyaçları yanı sıra uluslararası en iyi uygulamaları dikkate alıyor mu? Düzenleme çıkarıldıktan sonra istisnai tadilatlar hariç tutarlı ve standart biçimde uygulandı mı?
Fırsat kullanılamadı
Adına ister şeffaflık ister kurumsal yönetim deyin bu sorulara verilecek yanıtlar ülkenin siyasal sistem standartlarıyla bir arada değerlendirilince siyasi risk primi için ödenecek bedeli de belirliyor.
Bugünlerimize bakınca 2001 krizi sonrasında bu soruları yeterince ısrarlı ve yüksek sesle sormak için yakaladığımız fırsatı kullanamadığımız ortada.