
H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / Sinema
“Yeterince beyaz, yeterince zenci değilsem söylesene Tony neyim ben?”
‘Green Book’ geçen ay, Golden Globe ödüllerinde En İyi Müzikal/Komedi Film, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ve En İyi Senaryo olmak üzere üç dalda Altın Küre kazanmıştı. Geçtiğimiz hafta da Oscar ödülleri açıklandığında, ödül biriktirmeye devam ettiğini gördük.
2019 Oscar’larında En İyi Film, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu, En İyi Özgün Senaryo ödülleri yine ‘Green Book’ filminin oldu.
‘En İyi Film’ unvanı gözlerimizi kamaştırsa da ‘Green Book’u izlerken filmin aynı zamanda iki kez ‘En İyi Özgün Senaryo’ ödülünü de aldığını unutmamak gerek.
Bu bağlamda aslında çok iyi yazılmış bir ‘yol hikayesi’ izliyoruz.
Neden çok iyi?
Çünkü senaryonun akışında bütün sahneler finale doğru giderken, büyüyen bir kar topu gibi etkisini artırarak seyirciyi içine alıyor, kolay kolay da bırakmıyor.

Filmin içinde sıradan gibi görünen birçok cümle, üzerine düşünüldüğünde derin ve katmanlı anlamlar içeriyor.
“Onların sokakta olup olmama seçenekleri yoktu, fakat senin vardı.”
“Benim dünyam seninkinden çok daha zenci…”
“Dünya ilk adımı karşıdan bekleyen yalnız insanlarla dolu.”
“Dahi olmak yeterli değil. İnsanların duygularını değiştirmek cesaret ister.”
Aynı zamanda bütün diyaloglar ve sahneler, üzerine kısa makaleler yazılacak kadar güçlü.
Ancak yönetmen Peter Farrelly’nin de konuyu işleme başarısını göz ardı etmemek gerek. Komedi ve romantik-komedi filmlerinden gelen alışkanlığını kullanarak filme ırkçılık gibi ağır bir konuda çok rahat bir akış sağlamış.
Film ‘Bu gerçek bir hikayedir’ notuyla başlıyor.
İnsana ait hangi hikaye gerçek değil ki?
Yalnızca bazen kahramanların ‘öteki’ adını bilmiyoruz.
Filmin iki baş karakteri, Tony ‘Lip’ Vallelonga ve Dr Don Shirley, biri renginden, öteki Bronx’lu alt sınıf bir İtalyan-Amerikalı olmasından dolayı, ikisi de ‘zenci.’
Ve bu iki adam 1962 yılının sonbaharında koşulların zorlamasıyla bir araya geliyor.
Dr Don Shirley Amerika’nın güneyine doğru Alabama’da bitecek, aslında sıra konserler gibi görünse de ırkçılıkla mücadele edecek bir turne hazırlığındadır. Bu zorlu yolculukta, bileği sağlam bir alt sınıf İtalyan şoför kendisi için en doğru seçim olsa da aslında alt sınıf insanlara hep uzak durmaya çalışmıştır.
İtalyan şoförümüz için ise durum çok nettir. İşsiz kalmış, en sonunda saatini rehin vermiş ve evini geçindirmesi için para kazanmaya ihtiyacı vardır. Siyahlardan nefret ediyor olması bu gerçeği değiştirmez.
Böylece birbirlerinin sınıfından nefret eden iki adam için zorunlu bir yolculuk başlar.
Bu filmde ve her filmde, ‘biz ve onlar’ hikayesi kendini çok akıllı, çok uygar zanneden insanoğlunun azgelişmiş, primat, zavallı ve ilkel tarafını henüz aşamamış olmasının acı yazgısı ve göstergesi sanırım.
‘Green Book’ bundan sonrasında kilometreler boyunca iki insanın yavaş yavaş birbirinin dünyasının hücre zarlarına temas ederek o zarın geçirgenliği ve ihtiyaçları ölçüsünde ‘tanışması ve hemhal olması’ üzerine ilerliyor.
Karşılıklı nefretten karşılıklı şefkate dönüşen duygu değişimleri, hayli inandırıcı biçimde senaryoya yazılmış ve iyi oyunculuklarla perdeye aktarılmış.
Tabii ki ırkçılık denilen dehşetli paradigmanın sonuçlarını film boyunca sürekli görüyoruz.
Filmdeki yolculuğun Alabama’ya kadar sürmesinin, bir de sembolik anlamı var. 1955’de yaşanan ünlü Rosa Park olayı! Rosa otobüste yerini bir beyaza vermediği için tutuklanmıştı. Bunun üzerine eyaletteki zenciler, bir yıl boyunca toplu taşıma araçlarına binmeyi reddetmiş ve yürüyerek işlerine gitmişti. Bu nedenle Alabama, siyah karşıtlığı ve bu karşıtlığı lanetleyen protestoların zirvesidir ırkçılıkla mücadeledede.
Nat King Cole bu eyalette konser verirken, beyazların müziğini piyanosuyla çaldığı için dövülmüştü.
1963’te Martin Luther King de bu eyalette tutuklanmıştı.
King aynı yıl Washington’da ünlü ‘Bir düşüm var’ (I have a dream) konuşmasını yapacaktı.
Filmin hikayesinin geçtiği yıldan, bir yıl sonra.
Afro-Amerikalıların öyküsü tam 400 yıl önce, 1619 yılında Virginia’ya getirilen ilk kölelerle başlar. Ne yazık ki günümüze kadar sürer. Onlar halen birçok eyaletin sosyal alanlarında, örtülü ya da açık anlamda ‘color’ olarak hayatlarına devam etmekteler.
Filme adını veren ‘Green Book’, döneminde zenciler için yazılan bir otel, restoran ve yol rehberi. Günümüzde belki kullanılmıyor fakat gölgesinin halen Amerika’nın güneyinin üstüne düştüğünü söylemek pek de yanlış olmaz.
Her ne kadar basketbol parkelerinde, caz salonlarında ya da film karelerinde alkışlansalar da… Bütün bu değer verme hali zencilerin gösterileri bitene kadardır. Meğer ki bütün bu gösterilerden kazandıkları milyon dolarlarını 20 odalı malikanelere yatırsınlar.

Film boyunca Dr. Shirley de bu gerçeği sonuna kadar yaşıyor.
“O sahneden iner inmez, zenciden başka bir şey değilim.”
Sahnede smokinler içinde piyano çalarken virtüözlüğünü alkışlayan insanlar, tuvalet ihtiyacı için bahçedeki tahta kulübeyi göstermekten çekinmiyor.
Dr. Shirley’in yaşamını belirleyen hatta belki piyanoda mükemmelliğe yönlendiren itici güç bu ‘yırtabilme kaygısı’ belki de… Oysa Güney’de, tam da tarım işçisi olarak çalışan zencilerle yüz yüze geldiği karede anlıyor ki onlardan biri değil, fakat beyazların dünyasından da değil.
“Kimim ben?”Yol arkadaşının yüzüne canhıraş bir çığlık gibi haykırıyor bu soruyu.
Yönünü ve değerlerini kaybetmiş her modern insanın da en sıradan ama en güçlü ve korkutucu sorusu değil mi bu?
Nitekim Carnegie Hall’daki muhteşem dairesine döndüğünde aslında görkemli ve dramatik yalnızlığına dönüyor.
Filmin öyküsünde Alabama’da bir siyah barında piyano çalıp kendi insanlarıyla yakınlaşmak gibi ümit verici sahneler olsa da Dr. Shirley’nin artık onlar gibi olamayacağını biliyoruz.
Tony ‘Lip’ Vallelonga da artık eskisi gibi hayatın yemek yemekten ve kavgadan ibaret olduğunu düşünen bir adam olamayacaktır.
Her yolculukta olduğu gibi, eve döndüğünde artık başka bir insan olmuşsundur, sevsen de sevmesen de.
Gerçek yaşamda ise Tony ‘Copacabana Club’daki işine döner fakat artık fedai değil, garsondur.
Dr. Shirley 70’lerde ortadan kaybolduktan sonra 2000’li yılların başında son bir albüm çıkartır ve ömrünün sonuna kadar dost kaldığı Tony ile aynı yıl, 2013’te yaşamı son bulur.
Filmin oyuncularından Mahershala Ali ‘En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu’ ödülünü alsa da, Viggo Mortensen’in ödül almamasını haksızlık olarak düşünüyoruz.

Sinemalarımızda kısa süre vizyon bulmuş olan ‘Green Book’ belki bu kez aldığı Oscar’ların da etkisiyle hak ettiği izleyicisine kavuşacak.
Ve o seyircinin şu soruları sorması gerekiyor.
İnsanlık bugün kendini bağışlayabiliyor mu?
İnsan nerede ve nasıl vicdanını kaybetti ve nasıl vazgeçti insan olmaktan?
Bu filme çocuklarınızla birlikte gidin.
Henüz temiz dimağları kirlenmeden, onlara; vicdanı, şefkati, ruhun asaletini, sevgiyi ve insan olmanın onurunu anlatın.
Belki sonra, sizin ya da onların vakti kalmaz…