MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
@MAlpDagistanli
mustdagistanli@gmail.com
Dikkat ettiyseniz pek kimse ölmüyor. Birçoğu vefat ediyor, hatırı sayılır sayıda birileri de hayatını kaybediyor, tabii yaşamını yitirenler de oluyor, arada ışıklara yürüyenler de çıkıyor, hakka yürüyenler her zaman var kuşkusuz… Ölümden korkar gibi öldü demekten korkuluyor, kaçılıyor. Halbuki, Nâzım Hikmet’in dediği gibi,
ne ölümden korkmak ayıp
ne de düşünmek ölümü.
Korkarım bu şiir de artık şöyle söylenecek:
Ne vefat etmekten korkmak ayıp
ne de düşünmek vefat etmeyi.
Tamam, mübalağa sanatına başvurduk, ama boşuna değil.
‘Ukrayna Yanıyor‘ belgeselinde bir yerde “gösterilerde öldü” deniyor İngilizce orijinalinde, Türkçeye çeviren “hayatını kaybetti” demiş!
Neden? Ölmek ayıp mı, günah mı, yasak mı?
“Öldü” demekten kaçış o kadar da yeni değil. Nurullah Ataç’ın da en kızdığı sözlerden biri “vefat etti” imiş. Ulus gazetesinde beraber çalıştığı Bülent Ecevit, Ataç öldüğünde yazdığı yazıda şunu anlatıyor:
Ne o “vefat” etmiş!.. derdi. Şuna açık açık öldü deseniz olmaz mı sanki! “Vefat etti” demekle sanki ölümün ayıbını örtmüş, acısını azaltmış oluyorsunuz!
Sonra:
Hele, derdi, ben ölünce ardımdan “vefat etti” diye yazın, kıyamet günü iki elim yakanızdadır.
Ataç’ın dedikleri var belki (ölümün ayıbını örtmek, acısını azaltmak), ama daha çok hürmetle igili bir durum bu. Mesela yazarımız Murat Sevinç, geçenlerde bir yazısında, “15 yıl geçmiş, hocam Yavuz Sabuncu’nun vefatının ardından” diyor.
Yakınları öldüğünde de aynı şey, insanlar, mesela “Annem öldü” derse annesine hürmetsizlik edeceğini düşünüyor. Hatta “öldü’ demekle ölüme hürmetsizlik edildiğini bile düşünüyorlar sanki. Ölüm karşısında hissettikleri huşuyu ölüme ‘ölüm’ demeyip ‘vefat’ diyerek gösteriyorlar belki.
Hele önemli biri ölünce, neredeyse hiç “öldü’ denmiyor, haberler de bu kurala uyuyor, o önemli kişi vefat ediyor ya da hayatını kaybediyor. “Öldü’ demek kabalık, zalimlik, özensizlik sayılıyor, hatta rahatsız edici, irkiltici geliyor olsa gerek. Birkaç gün önce gazeteci abimiz Aydın Engin öldü. Şöyle bir kolaçan ettim internet gazetelerini: vefat etti, hayatını kaybetti, yaşamını yitirdi, kaybettik… Bizim kaybettiğimiz doğru.
Fakat “öldü’ demekten kaçış daha da yaygınlaşmış, şöyle örneklere de rastlıyoruz:
Olay yerine giden araç kaza yaptı: 3 itfaiyeci vefat etti.
Elektrikle su ısıtan anne ve oğlu vefat etti.
‘Vefat’, ‘vefa’yla aynı kötken geliyor. ‘Vefa’, sözünde durma demek, dostlukta ve sevgide bağlılık ve sadakat demek. Peki, vefat nasıl olmuş da ölüm anlamında kullanılır olmuş? Necdet Sakaoğlu’na sorduk, şu cevabı aldık: “Bu sözcük, ‘sözünü yerine getirmek’le ilişkili görünüyor. İnsan, eceliyle ölerek Tanrı’ya dönmeyi ifa etmiş, yerine getirmiş oluyor.”
Necdet Hoca bir şeye daha dikkat çekti. İlhan Ayverdi’nin Misalli Büyük Türkçe Sözlük‘ü (Kubbealtı Lügatı) ‘vefat’ için en eski örneği Namık Kemal’den veriyor, demek ki, ölüm yerine ‘vefat’ 19’uncu yüzyıl ortalarında kullanılmaya başlamış.
Bir haber metni için de herhangi bir yazı için de kelimelerin, ifadelerin, cümlelerin etkili olması önemlidir. Şimdi şu cümlelere bir bakın, hangisinin daha etkili olduğunu düşünüyorsunuz:
Atatürk öldü.
Atatürk vefat etti.
Atatürk hayatını kaybetti.
Atatürk hayata gözlerini kapadı.
Atatürk hayata veda etti.
Atatürk hakka yürüdü.
Atatürk ışıklara yürüdü.
Atatürk ebediyete intikal etti.
‘Vefat’ diyen bir şiire rastladınız mı hiç? İçinde ‘vefat’ geçen bir atasözü veya deyim de yok. “Öldü”den, ‘ölüm’den daha etkili olsaydı görürdük ‘vefat’ı da, öbürlerini de buralarda.
“Öldü” demekten kaçmanın çok hoş bir örneğini Şevket Rado yazmış: “Öldü” dememek için. (Tercüman, 4 Aralık 1983; Yeni Türk Nesri Antolojisi içinde.)
Müstakimzade Süleyman Sadeddin Efendi, Tuhfe-i Hattatin adlı kitabında 15’inci yüzyıldan 18’inci yüzyılın sonuna kadar gelmiş geçmiş ikibinden fazla hattatın hayat hikayesini anlatıyormuş. Sadeddin Efendi, tasavvuf ehlinden herkes gibi, insanların ölmediklerine, daha güzel başka bir aleme göçtüklerine inanıyormuş. Onun için de hattatların hayatlarını bitirmeye sıra geldiğinde ‘öldü’ yazmaya asla eli varmıyor, Arapça ve Farsça kelimelerinden oluşan ağdalı ibarelerle bu durumu anlatmak için hüner döktürüyormuş. Şevket Rado, Sadeddin Efendi’nin bu hünerli sözlerinin bazılarını sadeleştirerek vermiş yazısında, biz de buraya bazı örnekler aldık oradan, “öldü” demek istemeyenlere ilham verir belki, kalıplaşmış ifadelerden vazgeçerler!
Cennet bahçelerinin yolunu tuttu.
Kahır dünyasını kendinden sonra gelenlere bıraktı.
Oturduğu semtin halkıyla ilişkisini kesip Eyüp Ensani civarında yerleşti.
Kırk yaşında ecelin terbiyesizliğine mağlup oldu.
Uzun yıllar ayrı düştüğü babasına kavuştu.
Bu aşağılık dünyadan kurtulduğu için gözü arkada kalmadı.
Hayat mumunun alevini rüzgar söndürdü.
Yerin üstündeki kötülerden kurtulmak için yerin altına sığındı.
Çok değerli bir hattat idi. Yaşı elliye vardıkta cisminin kalemini kutusuna koydu.
Temiz ruhu vücudunun kirli elbisesinden kurtuldu.
Meyva veren genç bir ağaç olan vücudu cennetin gül bahçesine dikildi.
DİLE GELENLER
Bu Mektup bölümünü okurların sorup okurların cevapladığı, farklı yorumların ve görüşlerin boy gösterdiği bir alan olarak değerlendirmek istiyoruz. Katkılarınızı bekleriz: mustdagistanli@gmail.com
Devletin yazışma dili
Devlet kurumlarının kendi içindeki ve birbirleri arasındaki yazışmaları incelerseniz çok yararlı olur. Çünkü hukuk devleti olmanın yolu, devletin yazışma dilinin Türkçeleştirilmesinden geçiyor. Bu makamlarda Türkçe olamayacak kadar bozuk bir dil kullanılıyor. Örneğin, “olurlarınıza arz ederim” ne demek? Hukuk devletinde bir makam başka bir makamdan olur alır mı? Yazılı toplumlarda, yani hukuk devletinde her makamın yetki ve sorumlulukları bellidir. Örneğin bizim ülkedeki kadar “beklenmedik durumlarla karşılaşan” bir devlet yeryüzünde yoktur. Yani her beklenmedik durum, beraberinde doldurulması güç bir yetki ve sorumluluk belirsizliği de getirir. Ama bizim Nebatimiz var, sorunu kökünden halletti bile! Adının yayınlanmasını istemeyen bir hukukçu okurumuz
Kalıbı ‘ise’yle bozmak
İki şey eklemek istedim:
‘…iken … de’ kalıbını ‘ise’yle bozmak. Örneğin, “Ali ders çalışırken Ayşe de yemek yiyordu” demek doğruyken, “Ali ders çalışırken Ayşe ise yemek yiyordu” demek.
‘Karşılık’ yerine kullanılan ‘karşın’.
Hayli merakımı uyandıran bir konu da dilin değişen telaffuzu. 40 yaş civarına kadar ve kadınlarda çok belirgin, genizden gelen alışılmadık bir Türkçe işitiyoruz.
Ve inceltme işaretinin tercihe bağlı kullanıma bırakılmasından mıdır, genç kuşaklarda lâ sesinin çıkarıl(a)maması. HolLAnda gibi. Seda Toksoy
“Ben gittim ki” denir mi ki?
Türkçede ‘ki’ bağlacı kullanımı nasıl olur? Örneğin birine “Hadi gidip bir yemek yiyelim” denildiğinde o kişinin vereceği muhtemel cevaplar içinde “Ben yedim ki” olabilir mi? Aynı şekilde “Ali hastaneden çıkmış, ziyaretine gidelim” cümlesine şöyle karşılık verilebilir mi: “Ben gittim ki.” Son zamanlarda bunları sıkça duymak bana müthiş bir rahatsızlık veriyor. Üstelik okumuş yazmış kesimde de rastlıyorum. Oysa ‘ki’ bağlacı olumsuz durumda kullanılmaz mı? “Ben yapmadım ki”, “Ben gitmedim ki” gibi.
Bir de ‘aynen’ diye bir kelime var, ne hikmetse herkesin dilinde.
Başka bir örnek: Birinin herhangi bir olay veya herhangi bir durum için yaptığı değerlendirmeleri diğer kişi tek bir kelimeyle ‘kesinlikle’ diye yorumlayabiliyor.
Gençlerin konuşmalarını dinlerken “Dün gece yarısı sahilde tulum oynadık” diye bir ifade duyuyorum. Tulum çalınır mı, oynanır mı bilmediklerinden değil herhalde. Kamil Aksoylu