MURAT SEVİNÇ
3 Mart 2015 Salı sabahı, saat 08.30’daki Anayasa’ya Giriş adlı dersi verebilmek için SBF/Mülkiye’ye geldim. Konferans Salonu’na gidip iki saat ders anlattım. İki saat içinde, İngiliz partilerini, seçim sistemini vs. bitirip Amerikan anayasa yapım sürecine geçtim.
1787’de Philadelphia’da olup bitenlerin nasıl bir akılcılığın eseri olduğunu, temel sorunların nasıl saptanıp hangi çözüm önerilerinin sunulduğunu, yürürlükteki en eski Anayasa’nın tartışılma ve kabul edilme koşullarını özetlemeye çabaladım. Ders bitti. Bir iki öğrenciyle ayaküstü konuştuktan sonra odama geldim. Günlük gazeteleri okumaya başladım.
Bir başka ülkede olsak savaş çıktığını düşünürdüm, neyse ki Türkiye’de yaşıyoruz…
Mesleki deformasyon nedeniyle ilk dikkatimi çeken, içinde ‘anayasa’ kavramı geçen haber oldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin İçişleri Bakanı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı ‘tanımadığını’ ilan ediyordu.
Bir başka ülkede, demokratik sistemde yaşıyor olsak ‘inanılmaz’ bulurdum. Savaş çıktığını, darbe olduğunu düşünürdüm. Telaşlanırdım. Neyse ki Türkiye’de yaşıyorum. Doğal karşıladım. Çayımdan bir yudum alıp Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanı’nın, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı neden ve nasıl ‘tanımadığını’ anlamaya çalıştım.
Bu arada, iyi kötü Batı ve Türkiye Anayasası tarihi okumuş biri olarak, anayasasını ‘tanımayan’ ve bunu ‘dile getiren’ bir hükümet mensubu hatırlamayı denedim, ancak hatırlayamadım. Özal’ın, “Bir kere delinse bir şey olmaz” dediği için yıllarca nasıl eleştirildiğini düşündüm.
Farklı gazetelerden edinebildiğim bilgiye bakılırsa Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanı, gensoru önergesi vesilesiyle yaptığı konuşmada mealen şunları söylemiş:
“Anayasa’ya yemin ediyoruz, uyuyoruz. Bu Anayasa’nın kötü bir anayasa olduğunu söylememize engel bir durum yok, olsa da tanımıyoruz. Bu Anayasa darbe anayasasıdır, kötü bir anayasadır, doğru dürüst bir anayasa değildir. Anayasa’da diyor ki, ‘Egemenlik milletindir, millet bu egemenliğini devletin anayasal kurumları eliyle kullanır…’
Katılıyor musunuz buna Allah aşkına. Millet, egemenliğini milletvekilleri eliyle kullanır, referandum yoluyla kullanır. Hiçbir anayasal kurum millet egemenliği kullanma yetkisine sahip değildir, tanımıyorum. Bu anayasa derhal değişmelidir. Milletin iradesini gasp etmiş, satır aralarına gizlemiştir, söküp çıkartıp millete teslim etmek bizim görevimizdir.”
‘Ontoloji’yi telaffuz edebileni, Başbakan yapıyorlar
Konuşmadaki ifade sorunlarını vs. bir yana koyalım. Malumunuz, bakan olabilmek için ‘derli toplu anlatım ve özne yüklem uyumunu gözetmek,’ anayasal zorunluluk değil. Zaten ‘ontoloji’yi telaffuz edebileni, Başbakan yapıyorlar. Bakan’ın dile getirmeye çalıştığını kısaca ‘tercüme’ edeyim.
Bakan’ın tepkisi, 1961 Anayasası’nın ‘değiştirdiği’ egemenlik tanımına yönelik. Değiştirilmesinin nedeni, 1924 Anayasası’nın egemenlik tanımının, 1950-60 arasında DP’nin yorumladığı haliyle büyük kavgaya ve sonunda DP despotizmine yol açmasıydı. Bu nedenle 1961 Anayasası ile TBMM’nin karşısına, parlamento çoğunluklarını frenleyip dengeleyecek bazı organlar, özerk kurumlar çıkarıldı.
Türkiye sağının milli iradeden anladığı işte bu kadar ‘sığ’ oldu
O gün bugündür başta Celal Bayar olmak üzere hemen tüm sağcı siyasetçiler, ‘frenleyici’ kurumlardan nefret etti. Bunları ‘millet egemenliği karşısına dikilmiş engeller’ diye tanımladı. Çünkü hemen her zaman seçim kazandılar; çünkü hemen her zaman hükümet oldular; çünkü ana hedefleri hiçbir zaman demokrasi olmadı; çünkü hemen her zaman kendilerinin ve temsil ettikleri sınıfın çıkarlarını kollamayı amaçladılar ve haliyle, kontrol edilip frenlenmek istemediler.
Türkiye sağının milli egemenlikten, milli iradeden anladığı işte bu kadar ‘sığ’ oldu. Hala, Batı demokrasilerinde eşi benzeri kalmamış bir ‘irade/vekâlet’ anlayışını savunuyorlar. İşin doğrusu ceberut düzeni/yöntemleri sürdürebilmek için başka şansları da yok. Çoğulcu bir demokraside var olamayacaklarının farkındalar. Katılımcı ve yasama çoğunluklarının dengelendiği bir demokrasiden, ölesiye korkuyorlar. Tabii, korkunun ecele faydası yok. Tarih bunu bize kanıtlayacaktır.
Bakan’ın derdi belli ve hiçbir özgün yanı yok
Ezcümle, Bakan’ın derdi belli ve hiçbir özgün yanı yok. Sağcılar altmış yıldır ne diyorsa, aynısını yineliyor. Bunu anladık anlamasına da, Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanı’nın TBMM kürsüsünde, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın egemenliğe ilişkin düzenlemesini ‘tanımadığını’ açıklaması hayli ‘yeni’ bir durum. Oysa 2010’daki halkoylamasından bugüne muhtelif kampanyaların da katkısı ve ‘darbe anayasası’ sloganıyla ‘gayrimeşru’ ilan edip temel ilkelerini gönül rahatlığıyla askıya alabildikleri 1982 Anayasası, halen ‘yürürlükte.’
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın, Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanı tarafından ‘tanınmayabileceği’ ilan edilirse; yurttaşın da, aynı Anayasa’ya göre kurulan devlet organlarını, hükümeti, bakanlarını, devlet başkanını, yargısını vb. tanımayıp yurttaşlık görevlerini reddetmesi, göze alınır.
Bu satırların yazarı; ‘Yargı kararlarını tanımıyorum, vergi ödemeyi, vatan hizmetini, hükümeti ve devlet başkanını reddediyorum’ vs. derse, TCK hükümlerine göre yargılanıp canına okunur. Ya da örneğin ‘YÖK, darbe dönemi yasası ile kurulmuştur, hiçbir düzenleme ve kararını tanımıyorum’ buyurursa, hakkında soruşturmalar açılıp yaşamı çekilmez hale getirilir.
Memleket memleket olalı, böyle rahatlık görmedi
Buna mukabil Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanı, o makamda bulunmasının ve kullandığı yetkinin kaynağı Anayasa’nın egemenlik tanımını kabul etmediğini açıklayabiliyor. Okuduğunuz yazıyı kaleme alırken bana çay getiren emektarımız Osman abi, mevzuata uygun bir yaşam sürmek zorunda, oysa.
Memleket memleket olalı, böyle rahatlık görmedi. Halihazırdaki anayasanın temel ilkelerinin askıya alındığı Türkiye’de bu yapının, bu kurumların, bu siyasetçilerin ‘demokratik’ sistem inşa edecekleri, uzlaşmacı yollarla özgürlükçü bir anayasa/mevzuat yaratacakları hayal ediliyor, nicedir. Demokratik rejimlerde her ne yapıldıysa, her ne yaşandıysa aksini yaparak ve yaşatarak! Hadi oradan…