
H. AYHAN TİNİN / Sanat da var
insanatinart@gmail.com
“Hani o kadın; hani benim, senin…ve her erkeğin, doğumundan ölümüne bir deprem önsezisiyle beklediği… ve bulamadığı şefkat. Beklediği ve bulamadığı iç huzur.”
Attila İlhan’ın dizeleriyle başladık.
Bu hafta ‘Dünya Kadınlar Günü’.
21.yy’da kadınların hiç olmazsa medeni olduğunu iddia eden ülkelerde halen yaşamdan eşit pay alamaması, tıpkı savaş gibi, tıpkı aşıya bütün ulusların ulaşamaması gibi bir insanlık ayıbıdır.
Oysa yalnızca sanat dünyasına bakmak bile, kadınların ne kadar eşit olduğunun göstergesi.
Ancak bu eşitliğin öncelikle akılda ve gönülde olması gerekiyor.
Orada olamadıktan sonra, hangi toplumsal katman içinde öne çıkarsa çıksın, hak ettiği değeri bulmaktan uzak ve göstermelik alkışlardan öte gidemiyor mesele…
1862 doğumlu Fatma Aliye Hanım ilk kadın romancımız kabul edilir.
Fotoğrafı her gün elimizden geçiyor kâğıt 50 liranın üzerinde…
Hiç yaşamını okuma fırsatınız oldu mu? Hangi güçlüklerle yazmış, yazmaya devam etmeye çalışmış.
Yalnızca bu coğrafyada değil ki kadınların yaşadığı acılar…
Jane Austin 1700’lerin İngilteresi’nde hangi güç koşullar altında okumaya çalışmış, ‘Aşk ve Gurur’ gibi yüz akı bir romanı dünya edebiyatına hediye etmiştir, hiç merak ettiniz mi?
Ya Füruzan?
Edebiyatımızın ve sinemamızın özgün kadın sanatçısı… Kocasının her kapıyı kendisine kolaylıkla açacak soyadını kullanmamayı seçerek, eserlerini yalnızca kendi ismiyle yayınlamayı bir onur meselesi yapan benzersiz kadınlardan biri…
Saraybosna işgal altındayken; şu anda (haklı olarak) ‘Ukrayna’ çığlıkları atan medeni dünya ‘Cambaza bak’ oyunu oynarken bu bölgeye cesurca giden Susan Sontag adını anımsayan var mı?
Bu korkusuz edebiyatçı, tiyatrocu, aktivist kadın bombalar altında Samuel Beckett’in ‘Godot’yu Beklerken’ oyununu sahneye koymuştur.
Dünyanın dikkatini Saraybosna coğrafyasına çekebilmek için…
Savaş muhabiri olarak edindiği izlenimleri ‘Başkalarının Acısına Bakmak’ gibi şiir dolu bir isimle kitaplaştırmıştır.
Eski bir Kızılderili hikâyesi “Bir zamanlar yeryüzü insandı” diye başlar.
Biz ne zaman kaybettik insanlığımızı?
Ne zaman kaybettik ki; eşit işe eşit ücret ödeyemez, kadın cinayetlerini normalleştirir, iş yerinde kadına cinsel tacizi giyilen kıyafete bağlar, okuma hakkını türlü sosyal numaralarla elinden almaya çalışır bir insanlık haline geldik?
“Hiç kimseyle yaşlanmak istemiyorum” diye yazan Tezer Özlü’nün acılarına yakından bakabildik mi?
Attila İlhan usta’nın dizeleriyle başlamıştık.
Hayatında ‘o kadın’ı bulmak için türlü meşakkatlere katlanan erken dünyası, neden bütün kadınlık meselelerine karşı bu kadar duyarsız hatta, baskıcıdır?
Bir nedeni olmalı?
‘Revolutionary Road’ ya da ‘Frida’ belki de ‘The Devil Wears Prada’ filmlerinden birini ya da hepsini izleyin.
Edith Wharton’un ‘Masumiyet Çağı’nı veya Virginia Woolf’un ‘Mrs Dalloway’ini okuyun. Charlotte Bronte’nin ‘Jane Eyre’ini de okusanız olur.
Kadın ve erkeğin dünyasını bu kadar yakın ve bu kadar uzak kılan o şeyin ne olduğunu; erkeklerin korkularını görmeye çalışın.
Sevgi Soysal’ın hikâyesine dokunun.
Kadın hakları ya da haksızlıkları denen şeylerin toplamının, dünyanın bütün öteki dertleriyle ilişki içinde olduğunun farkına varın.
Kim bilir belki en yakınızdaki, hayatınızdaki kadınla iletişim kuracak yeni bir yol bulur, yeni bir dil oluşturursunuz.
Toplumsal cinsiyet eşitliği hayalinin gerçek olduğu, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün antik bir kutlama olacağı günlerin özlemiyle…