
H. AYHAN TİNİN
Sanat da var
insanatinart@gmail.com
Yaşam ve sanatla aramıza, zorunlu uzun tel örgülerin çekildiği mevsimlerin sonuna geldik.
Eskiden, yayın kuruluşlarının zengin sanat dergileri yayınladığı ve satıldığı günlerde ekim ayı kapak yazısı neredeyse belliydi.
Perdeler açılıyor!
Nihayet uzun süren bir karanlıktan sabahın ilk ışıkları gibi, perdeler açıldı/açılıyor.
Önce ödenekli kurumlar başladı. Sonra özel tiyatrolar yavaş yavaş…
Dostlardan süren provaların haberleri geliyor.
Peki siz ne yapacaksınız?
Tiyatroya gitmek.
Bilet almak.
Alkışlamak.
Sanat tüketicisi olmak içinde bulunduğumuz post-Covid döneminde artık ahlaki bir mesele…
Hayatı seviyorsanız, sanatı ve tiyatroyu desteklemek zorundasınız.
Film Ekimi Sinema Günleri başladı bile… 25. İstanbul Tiyatro Festivali biletleri satılıyor.
Onlarca özel tiyatro size hazırlanıyor. Siz onlara hazır mısınız?
Cambaza bak!
Neredeyse iki yıl süren bu salgın döneminden ne öğrendik?
Yirmi yıldan bu yana yaptığım konuşmalarda hep Einstein’ın şu sözüyle başlarım: “Aynı şeyleri yaparak farklı sonuç beklemek çılgınlıktır.”
Deneyimlediğiniz hayat size yeni bir şey öğretmiyorsa, günleri boşuna tüketmişsiniz demektir.
İhtiyacı olmaksızın tüketerek, sürekli haz peşinde koşarak, bireysel zenginliğini insanlığın mutluluğu zannederek geçirdiğimiz günlere ara vermenin zamanı gelmedi mi?
Cambaza bakmaktan sıkılmadınız mı?
Eskiden mahallelere küçük, lunapark oyuncakları olan sirkler gelirdi. Fakat en heyecanlı, haz veren gösteri cambazındı. İki direk arasında gerilen bir tel üzerinde, elinde uzun bir denge sopasıyla, metrelerce yukarıda, iki direk arasındaki mesafeyi yürüyerek geçerdi. Aşağıda izleyiciler büyülenmiş gibi, nefeslerini tutarak bu gösteriyi izlerken adrenalin, dopamin salgılayarak, zihinlerinin ürettiği haz, hedoni, korku ve kaygı arasında adeta farkındalıklarını kaybederdi.
İşte yankesicilerin en çok sevdiği andı bu… Herkes birbirine, “Cambaza bak, cambaza bak” diye bağırırken, cüzdanları toplayıp kalabalığa karışır, gözden kaybolurlardı.
Şimdi su krizi, iklim krizi, gıda krizi, beyaz ayının sürdürülebilir hayatı diye bağıranları duydukça…
Hayatınızın İnstagram’a, WhatsApp’a, blokchain’e, kripto-coin paralara nasıl eklemlendiğine baktıkça…
Yaşadığınız hayat tuhaf gelmiyor mu?
“Aşıya karşıyım, bizi chip’lerle yönetecekler” diye bağırırken selfie çekenlere, sonra kredi kartıyla sütü gerçek süt olmayan, kahvesi gerçek kahve olmayan, köpüklü bir karışımı kredi kartıyla alırken, dünyanın neresinde, saat kaçta, ne kadar harcayarak o alışverişi yaptığı kayıt altına alınanlar, hatta o satın almayı yaparken kameraya kaydedilenler; size kahkahalarla gülünecek kadar komik gelmiyor mu?
Tiyatronun yeni dili
Bu yaşadığımız post-truth günlerinin tiyatro dili, tiyatro repertuarı ne olmalı sizce?
Bunu talep ediyor musunuz?
Yoksa uzun süredir yalnızca alıştığınızı tüketmeye devam etmek mi istiyorsunuz?
Tiyatro yapan, şiir yazan, resim yapan çocukları seviyormusunuz?
Otuz dakikada, altmış aritmetik sorusunu yanıtlayan çocukları alkışlıyorsunuz yalnızca…
Sonra dünyada barış ve sevgi istiyorsunuz.
Dörtte üçü su olan dünyada, Mars teknolojisi üzerine büyük ahkamlar kesilirken, su krizinden bahsedilmesi kasıklarınızı tutarak gülmenize neden olmuyor mu?
Dünyada ekilmemiş kara parçaları, hibrit tohumla bile bütün dünyayı doyurabilecekken, yiyecek kıtlığı tehlikesi ya da yapay et üretimleri gözünüzü korkutmuyor mu?
Yapay et ile Covid aşısını aynı ünlü dijital dünya insanının şirketlerinin üretmesi üzerine düşünmek zor mu geliyor?
Yeni tiyatro dili, yeni sanat içeriği nasıl olmalı sizce, neyi talep etmeye hazırlanıyorsunuz?
Ekim geldi.
Perdeler açılıyor.
Alkışlamaya, o cambaza değil, bu cambaza bakmaya hazır mısınız?