Şimdi artık kent sorununu yeniden konuşmak gerekir. Çünkü bazı köşeciler ve trol yazarlar bu ‘felaket kapitalizmi’ fırsatçılığını kentsel dönüşüm diye savunuyor ve sanki daha önce depreme dayanıklı binalar yapılmak isteniyormuş da muhalefet, bunların savundukları iktidarın elini ve iyi niyetini tutmuş gibi döktürüyorlar. Kızını depremde kaybeden Sanatçı Orhan Aydın’a bile sataşacak kadar vicdansız bazıları. Bütün suç kentsel dönüşüme karşı çıktığı için onunmuş.
Oysa kentsel dönüşüm diye yapılanlara bakalım; Maltepe Başıbüyük’ten Beykoz’dan, Fikirtepe’den… nereden başlayalım. Vaktiyle emek gücü ucuza mal olsun diye Hazine topraklarının gecekondulara açıldığı birçok bölgeden bazıları bunlar. Emekçilerin kendi başlarının çaresine bakarak kente ilişmeye çalıştığı varoş bölgeleri. Giderek şehrin merkezine çekilerek, havadar, manzaralı arsalar haline gelen ve inşaat sektörüne yeni hayaller kurduran bu bölgelere dozerler girdiğinde birçok yerde semt sakinleri direndiler. Çünkü onları bölgeden belirsiz bir hayata kovanlar, araziler için konut sakinlerine çok az para ödeyip ve yıllara yayılan borçlanma karşılığı TOKİ evleri alma şartı koşuyorlardı. Çoğu buna razı gelmedi. Mesela geçen sene birçok insan evlerinden şiddet uygulanarak koparıldı. Bu eylemlerin ve kolluk müdahalelerinin hepsi Google’dan bulunabilir.
Halk kentsel dönüşüme boşuna rantsal dönüşüm adını takmadı. Boşaltılan yerlere kamu özel ortaklığıyla yapılandırılan semtler, insan yaşamlarının tıkıştırıldığı konutların toplamından ibaret. Kimseye nasıl yaşamak istediği sorulmadı, kentsel yaşam ihtiyaçları tartışılmadı… Nasıl yapılsın ki barınmadan anladıkları, iki artı bir kutular. Ne var ki inşaat baronlarının para kazanmakla sınırlı ufku emekçiler için insanca yaşayabilecekleri kentleri tasarlayamadığından barınma hakkının bütün boyutlarıyla düşünülebildiği insani bir ütopyaları yoktur.