KEMAL ILIKKAN
PSG’yi 4-0’ın rövanşında 6-1’le geçtik. Barcelona mucizesinin kahramanı bendim o gece. Son yedi dakika 17 saniyeye üç gol sığdırdık. Hepsinin altında imzam var. Ama Sergi’nin son golünden sonra bile Messi diye bağıran turistler gördüm tribünde. Kulübün altı milyon takipçili Twitter hesabından Leo’nun omuzlardaki fotoğrafının paylaşıldığını söyledi arkadaşlar.
Hayatımın topunu oynadığım akşam bile Arjantinli dostuma tahammül etmeye çalışmış, sebat göstermiştim. Sonraki tur Juventus’a kötü elendik ama daha ne yapayım? Şampiyonlar Ligi’nde bir sezonu sekiz asistle tamamlamış kaç yıldız var ki? Barcelona’da kalırsam Ballon D’or kazanma şansım düşük. Yardımcı rollerden sıkıldım artık.
Pencereden uçan yüreğin için geldim
Sanki ben hiç başkan olmamışım, dememişim güzel günler göreceğiz. Bir mayıs günü geldin, boğazda köpük köpük sularda karşıladık seni. ‘Ben senin siyah-beyaz forman için değil, Dolmabahçe’de, Çarşı’da, Anadolu’nun en ücra köşelerinde pencereden uçan yüreğin için geldim’ dedin.
Böyle demen ‘üçüncü büyük’ olarak anıldığımız günlere denk geldiğinden, o gün içimde fırtınalar koptuğundan, masamdaki çiçeğin kokusu odama yayıldığından, motorları maviliklere sürdüğümüzden, daha bir güzel geldi. Sonraki sezon bir kez daha ipi en önde göğüsledik. Üçüncü yıldızı taktık. Bize güvenenleri mahcup etmemiştik.
Beşiktaşlı Salih’i hatırlar mısın?
Gaziantep’le İnönü’de oynuyoruz. 88’de golü yedik, maç 1-1 bitti. Bana hiçbir zaman o kadar derin bir melankoliyle bakmamıştı. Ömründe ilk kez Beşiktaş’ın maçını statta izliyordu. Numaralıda, en sevdiğinin yanında…
Stat yıkıldı sonra, sen terk ettin. Bir de sevdiğin varmış. Attila İlhan şiirlerindeki gibi, çöp gibi bir oğlanmış, duyardım. Beşiktaşlı Salih’i hatırlar mısın? Semtte bilardo salonu işletiyormuş şimdi. Şimdi sen ne zaman aklıma gelsen ıstakaların sesi patlıyor kulaklarımda. Az Murathan Mungan okumadık tabii, az Black Sabbath dinlemedik.
Hangi takıma gitmek ister ki?
Çenesini dizlerine dayamış, çıplak ayaklarının tırnaklarına bakarken bunları düşünmüştü o gece. Trevor Francis aklına geldi bir an. Futbol tarihinin ilk milyonluk transferiydi. Henüz Santos’tayken bir futbol dergisinden öğrenmişti adını. 1979’un soğuk bir Liverpool akşamı, Nottingham Forest’ın yıldızını almış Kırmızılar.
Yıllar sonra o bile transfer piyasasının çıldırışına değinirken, Messi’den bahsedecekti. Ne diyordu milyonluk İngiliz, 2011 yazında Chelsea’nin Fernando Torres için Liverpool’a ödediği 50 milyon pounda; “Bir futbolcu için 100 milyon pound ödeneceğini görmeye ömrüm yetecek mi merak ediyorum. Belki Messi olabilir. Bir tek o olabilir hatta. Ama hangi takıma gitmek ister ki?”
Parmaklarımın ucunu yakarım
Transfer, bizim istediğimiz rakamlara gelindiğinde biter. Aboubakar pırlanta gibi çocuk. Talisca da öyle. Hepsi öyle. Oğuzhan’ı satmam, Tolgay’ı vermem. Şenol hoca bizim ağabeyimiz, aramızda para konusu olmaz. Biz bir aileyiz. Biz ‘Şeref’li bir aileyiz. Güçlü bir aileyiz. Burada imzalar kağıtlara değil, kalplere atılır. Alışverişimi Kartal Yuvası’ndan yapar, hakemler hakkında konuşmayı pek sevmem.
Finansal Fair-Play kalksa da, transfer politikamız değişmez. Beşiktaş’ın çarçur edilecek 1 lira parası yok. Son 10 dakikaya berabere girdik mi içeri geçer bir sigara yakarım. Parmaklarımın ucunu yakarım. Bazen de en kötü günümüz böyle olsun dilerim, hayali bir bardağı havaya kaldırarak.
Futbol da bazen hayat kadar adaletsiz
Beni buraya getiren başkan (Sandro Rosell) şimdi içerde… Beni Dani Alves ikna etmedi. Pique’nin ‘Kalıyor’ paylaşımı bir kesinliği değil, kendi temennisini ifade ediyordu. Hem PSG de dünya futbolunda birinci halkada yer alan bir kulüp. Zlatan’ı transfer ederek bunu göstermişlerdi. ‘Büyük düşün’ mottosuna sadık hamleler devam ediyor işte.
Şimdi de ben geldim. En iyinin peşindeki Katarlılar, Messi’yi alamadılar, Ronaldo’ya döndüler. Nasser’in yakın arkadaşı Mendes bile CR7’yi getiremedi. Ama ben geldim. 222’ye değil. Futbol da bazen hayat kadar adaletsiz diye geldim. Neymar olsanız bile…
Bir Sunal’ın bir Baggio’nun, bir de senin
Neymar golü düşünüyor, Fikret Orman şampiyonluğu, ben de seni… Yıllar geçmiş, bir Kemal Sunal’ın, bir Roberto Baggio’nun, bir de senin yerin dolmadı.
“Sevdiği birini karşılamak için tren istasyonuna gitmiş bir adam gibiydim; araçtan inen kalabalığın içinde hızlı adımlarla sağa sola sekerek yürüyen ve görmeye geldiği dışında hiçbir yüze tahammülü olmayan bir adam. Belki de tren istasyonundaki adam hiç gelmeyecek birine doğru koşuyordur. Hep uzak olacak bir sevgiliye, kendi yarattığı bir imgeye, içinde olan ve gerçeğe dönüştürmeye çalıştığı bir imgeye, çalıştığı ama beceremediği, trene hiç binmemiş olan birinin imgesine…” (John Banville-Mavi Gitar)