KÜRŞAT BUMİN
Yazının başlığını okur okumaz “Neler olmuyor ki?” dediğinizi duyar gibiyim… O halde başlayalım sorunun cevabına ilişkin bazı gözlemlere:
Ülke medyası en kolay fasıl olduğundan ilk gözlem bu alandan olsun: Gazetenin (Hürriyet) 24 Ekim tarihli baş sayfasını kesip bir yana koşmuşum: Nedeni sayfada yer alan bir ‘şehit haberi’. Haber küçücük bir şey olduğundan gazetede yer verildiği haliyle aktarıyorum:
“3 Şehit… Bingöl Genç’te PKK’lı teröristlerin saldırısında 2 polis, Malatya’da TIR çarpan 1 asker Şehit oldu.”
Evet, hepsi bu kadar! Tek sütunda üç, üç buçuk santimlik bir haber.
Demek ki -dedim içimden- “Çok yakın zamanda baş sayfanın manşetlerine yerleşen ‘şehit’ haberlerinin ederi bu derece düşmüş durumda. Üç şehit’e üç santim, her birine birer santim yani…”
Bu küçücük haberin hemen üzerinde yer alan habere de gözüm ilişti. O da ne? ‘Üç şehit’ haberinin üzerinde onu üçe-dörde katlayan bir ‘uzun yaşam’ haberi yer almıyor mu? Bu haberi de aktarayım:
“Günde ne kadar şeker?
Şeker de, unlu, nişastalı besinler de ömrümüzü kısaltıyor. Erkeklerin günde 37.5 gram yani 6 tatlı kaşığı kadar, kadınların ise günde 25 gram şeker tüketmesi uygun görülüyor.”
Gazete (Hürriyet) tabii ki, ‘Şehitler’in ne kadar şeker tüketmesi gerektiği konusuna girmemiş. Onun yerine şeker açıklamasını yapan (malum) doktorun fotoğrafını koymuş…
Bir gazetenin baş sayfasına ‘uzun yaşam’ ve ‘şehitler’ haberlerini bu derece ‘müstehcen’ biçimde yerleştiren(ler) hakkında birkaç söz etmek gerekirse ne demeli acaba? Sorumun cevabını ben buldum ama isterseniz siz de bir düşünün….
Söz konusu gazetenin (Hürriyet) ‘Şehitler’le ilgili önceki sayılarındaki haberlerini hatırlamak için internette kısa bir arama yapmayı da ihmal etmedim. Bakalım yakın zamanda ‘Şehitler’ gazetenin hangi köşesine kaç sütuna kaç santim yerleştiriliyordu. Yanılmamışım; gazetenin –hem de– çok yakın tarihte yer verdiği bir haber bayağı kallaviymiş: “Şırnakta 1 şehit 5 yaralı”.
Demek ki, diye düşündüm, ‘şehit-şehitlik’ meselesi meydanlarda haykırışlarla tekrarlanan bir mevkiden çoktan uzaklaşıp ‘şeker’,‘nişaşta,’, ‘unlu besinler’ türünden ‘uzun yaşam’ı tehdit eden gıdalar mevzuunun arkasında kalmış. Aşağı yukarı şöyle bir sonuç yani: ‘Şehitler-şehitlik’ sıradanlaşsın ki, bizler ‘unlu, nişastalı, şekerli’ ürünlerden sakınarak ‘uzun yaşam’ın yolunu bulabilelim…
Ne acı ve (tekrar etmeden yapamayacağım) ne ‘müstehcen’ bir habercilik ve dünyadır bu böyle….
Gazetenin (Hürriyet) ‘şehit’ ilgisi dikkatimi çektiğinden konuyu biraz daha etraflıca araştırmak istedim. Bu süreçte internette karşıma şöyle bir sayfa çıkmaz mı? ‘Şehit- Güncel Şehit Haberi-Hürriyet’
Hemen altında da okurlara şu uyarı: “Şehit ile ilgili tüm haberleri ve son dakika Şehit haber ve gelişmelerini bu sayfamızdan takip edebilirsiniz. Toplam 40.272 Şehit haberi bulunmuştur.” (Dikkat ederseniz ‘Şehit’ sözcüğü her zaman büyük harfle başlıyor…)
İnanılır gibi değil; Bu ‘bilgilendirme’nin hemen altında da şu başlıklar altında konunun ayrıntılarını merak edenler için bir yol haritası:
‘Tarih aralığı’, ‘Yıllara göre’, ‘Aylara göre’.
Ne güzel ve öğretici bir uğraş bu böyle… Yıllara, aylara göre ‘şehit’ taramasını başlatmak ve bilgilenmek…
* * *
”Neler oluyor?” sorusuna ilişkin ikinci konumuz ‘şehitler’le doğrudan ilgili olduğundan ‘Fırat Kalkanı’ ile başlayıp “Önce El Bab. Sonra Münbiç” (kısmetse sonra da Musul) olarak yol alan ‘savaş’ ilanına ilişkin olsun.
Birçoğunuzun şu tespitime katıldığını sanıyorum: Türkiye Cumhuriyeti Suriye ve Irak topraklarında ‘savaşmaktadır.’ Ve bu harekat TSK’nin söz konusu ülkelerde yol almasının gerekçesi -yakınlarda tekrar uzatılan- ‘tezkere’nin çizdiği sınırları çoktan yıkıp geçmiş haliyle basbayağı bir ‘savaş’tır. Demek ki, açıkça ‘ilan’ edilmemiş olsa da T.C. ‘savaş hali’ndedir.
‘Savaş hali’ denilince –tabii olarak- bu halin ilanına ilişkin olarak mevzuata bakmak gerekiyor. T.C Anayasası”nın özellikle iki maddesi (87 ve 92) ‘savaş hali ilanı’nın şartlarını açık biçimde sıralamıştır. 87’nci Madde, ‘Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri’ni sıralarken konuyla ilgili şu tespiti de yapmaktadır: “savaş ilanına karar vermek”.
92’nci maddenin ‘savaş hali’yle ilgili cumhurbaşkanına verdiği yetki de şu şekilde formüle edilmiştir::.
“Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde veya ara vermede iken ülkenin ani bir silahlı saldırıya uğraması ve bu sebeple silahlı kuvvet kullanılmasına derhal karar verilmesinin kaçınılmaz olması halinde Cumhurbaşkanı da, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar verebilir.”
İşin bu notasında sorulması gereken ilk soru şu olmalıdır: TSK’nın ‘Fırat Kalkanı’ ile başlayıp El Bab, Münbiç (kısmetse Musul ve ‘büyük hayal’i hatırlarsak Halep) istikametine ilişkin yaptığı ve yapamadığı harekatlardan oluşan ‘savaş hali’ Anayasa’nın 87 ve 92’nci maddelerinde belirlenen çerçeveye uygun mudur? TBMM’den söz konusu ‘savaş hali’nin ‘ilanı’yla ilişkili bir karar çıkmış mıdır?
Bu soruya “Tezkere ne güne duruyor?” gibi bir itiraz gelebilir. Ancak unutmayalım ki, söz konusu ‘Tezkere’ sözünü ettiğimiz türden bir “savaş hali”ne işaret etmemektedir. Hatırlayın; ‘Tezkere’nin –birinci cümlesinden itibaren- silahlı mücadeleye hedef olarak gösterdiği unsurlar “terör tehditi ve her türlü güvenli riskine karşı (…) her türlü tedbiri almak..”dır. Nitekim ‘Tezkere’nin yakınlarda tekrar uzatılmasına ilişkin TBMM’de yapılan müzakerelerde Milli Savunma Bakanı tezkerenin hedefini şöyle tarif etmiştir: “Tezkerenin de hedefi bu ülkenin huzuruna saldıran içteki ve dıştaki teröristlerdir.”
Oysa biliyoruz ki, TSK’nın bugün ÖSO’na eşlik ederek (ama belki yarın ÖSO’nun TSK’ya eşlik ederek) sürdürdüğü ‘savaş hali,’ ‘tezkere’nin tarifinin sınırlarını çoktan aşmış durumdadır.
Bir adım daha ilerleyerek, Anayasa’nın 92’nci maddesinde ‘savaş hali’yle ilgili olarak cumhurbaşkanına tanınan yetkinin niteliğine de değinelim: Bu değerlendirmeyi de bir anayasa hukukçusu yapsın: “Anayasa tarafından Cumhurbaşkanı’na verilen silahlı kuvvet kullanma yetkisi genel bir yetki değildir., ayrıksı durumlar için öngörülmüştür. Cumhurbaşkanı’nın TSK’nın kullanılmasına karar verebilmesi için, – TBMM’nin tatilde veya ara vermede olması- Ülkenin ani bir silahlı saldırıya uğraması ve bu sebeple silahlı kuvvet kullanılmasına karar verilmesinin kaçınılmaz olması gerekmektedir. Meclisin toplanık olmadığı zamanlara özgü olan bu yetki konu bakamından sınırlıdır. Yani silahlı kuvvet kullanılmasıyla ilgili her yetkiyi kapsamaz, sadece ülkeyi savunmak amacıyla silahlı kuvvetleri kullanmayı içerir.”
Çok sıkılmadıysanız, ‘savaş hali ilanı’yla ilgili TBMM İç Tüzüğü’nün 129’uncu maddesine de göz atılabilir. Bu madde de –tabii ki- söz konusu ‘ilan’ın –egemenlik yetkisi itibarıyla– sadece TBMM’de olduğunu teyit etmektedir.
Ama siz şu manzaraya bakın: TBMM tatilde değil, ama ‘savaş hali ilanı’nın elinden kaçmış olduğunun sanki farkında bile değil.
Ne yazık! Başta TBMM olmak üzere bütün ülke Anayasa 92’yi tamamen yanlış anlayarak Irak ve Suriye topraklarında ‘savaş hali’ni bizzat yürütmeye çalışan bir yürütmenin hayal ve gerçeğin birbirine karıştığı iç dünyasının belirtilerini izlemekle meşgul…