Ülkü ocakları eski başkanı, Ankara’nın orta yerinde, gündüz vakti öldürüldü. Sinan Ateş’in dayısı “katil Meclis’te gizleniyor…” dedi. Katili yani vuran tetikçiyi Ankara’ya polislik yapmakta olan iki kişinin getirdiği ortaya çıktı. Bir milletvekilinin de cinayete karışanları saklamaya çalıştığı ortaya döküldü. Eski bir MİT çalışanının da cinayetin hazırlanmasına istihbarat katkısı verdiği yazılıp çizildi. Cinayete karışanlara parti bağlantılı bazı kişilerden para gönderildiği, Ankara’da yatacak ev ve cinayet sırasında kullandıkları motosikleti sağladıkları iddiaları da ortaya atıldı. Soruşturmayı yürüten savcının izne çıkartıldığı, iznin uzatıldığı haberlerini de herkes duydu ve hayret ederek okudu. Öldürülen Sinan Ateş’in eşi; “Kör değiliz, sağır değiliz, dilsiz değiliz” açıklaması yaptı. Sinan Ateş’in parti üyesi dayısı, partisinden istifa etti ve “Sinan Evladımızın 40’ıncı gün mevlidini 11 Şubat Cumartesi akşamı okutacağız. O güne kadar sabırla bekleyeceğiz. Ondan sonra biz bildiklerimizi anlatacağız…. Bu ülkede yüzlerce insan ya dövüldü ya yaralandı ya da öldürüldü. Sinan’ımın asla bu şekilde unutulan bir isim olmasını istemiyorum. Biz Bursa’da 250 bin Giresunluyuz. Bu kadar büyük bir topluluğun, evladının dosyasının sümen altına koyulmasını asla hazmedemeyiz ” dedi.
Vuran kaçtı? Kaçtı mı? Kaçırıldı mı? Vurduran kim? Bulunmadı. Bulunmadı mı? Bulunmak istenmedi mi? Muhalefet Partisi liderleri, hem Cumhurbaşkanı’ndan, hem Adalet Bakanı’ndan, hem İç işleri Bakanı’ndan bu cinayette “vuranın ve vurduranın mutlaka yakalanması ve adalet önüne çıkartılmasını” istediler. 34 günü geçti. Zaman akıyor. Ne yapalım? Yunanistan’dan savcı mı ithal edelim?