MURAT SEVİNÇ
Matrak memleket Türkiye… 15 Ağustos’tan yani YSK’nin resmi sonucu açıklamasından sonra, bu satırlar yazılırken; artık başbakan olmayan bir başbakan, artık milletvekili olmayan bir milletvekili ve genel başkan olmayan bir iktidar partisi genel başkanı tarafından idare ediliyor!
Ne tuhaf bir cümle oldu. Batı dillerinden birine çevirseniz, kimse anlamayacaktır. Ancak memleketimizde hukuk ve Anayasa, taze devlet başkanının elinin kiri olduğu için, en açık anayasa hükmü dahi bir şey ifade etmiyor.

Fotoğraf: Reuters
Yazının konusu, nicedir bir tür kabile hukuku uygulanan Türkiye’de, ‘Reis’ ve sakil pervanelerinin fantastik anayasa yorumları değil. Çünkü AKP’lilerle hukuk (ve herhangi bir şey) tartışmak, nicedir olanak dışı.
Siz, ‘anayasanın ihlali’ dediğinizde; karşınızdaki, ‘CHP döneminde İstiklal Mahkemeleri kurulmuştu’ deyiveriyor. Siz, ‘nefret söylemi kullanıyor’ dediğinizde; bu kez ‘Ezan Türkçe okunuyordu’ yanıtıyla karşılaşabiliyorsunuz. ‘Vesayet kalktı’ iddiası ise aspirin gibi, her derde deva!
Türkiye’de Anayasa, Erdoğan’ın kendisine yakışanı giymesidir!
Erdoğan ne yaparsa yapsın, haklı çıkarmak için canhıraş ve utanç verici bir çabaya girişiyorlar. Gerçek üstü bir durum yaşıyoruz.
Dolayısıyla bu ‘tali’ konuyu hiç uzatmadan şöyle bitirip rahata erelim: “Türkiye’de Anayasa, Erdoğan’ın kendisine yakışanı giymesidir.” Bu kadar.
Aksini düşünen varsa, buyursun. Bir önceki yazının ara başlıklarından biri, anket/araştırma şirketleri üzerineydi ve “Ne siz masumsunuz ne de biz aptalız” cümlesiyle sona eriyordu. Buradan devam.

Fotoğraflar: DHA
Araştırma şirketleri yalnızca Türkiye’de değil, seçim olan ve seçimlerin yönetime katılmada bir anlam ifade ettiği temsili demokrasilerde önemli işlev görüyor. Özellikle hem federal hem federe düzeyde sürekli seçim atmosferinde yaşayan ve partilerin birer seçim makinesi olarak iş gördüğü ABD’de, Türkiye’de olduğundan çok daha etkili.
Kabul etmek gerekir ki, seçmeni ve sistemin tüm bileşenlerini az ya da çok yönlendirme gücüne de sahipler. Bileşenlerden kasıt; medya, sermayedar, sivil toplum vs…
‘Türkiye’de her şey olunur ama rezil olunmaz…’
Söz konusu şirketler yalnızca seçim çalışmaları yapmıyor tabii. Bu şirketler sayesinde, bir gün ülkede yurttaşın ‘diğerine’ ne ölçüde güvendiğini, diğer gün ‘mutluluk’ endeksini öğreniyoruz. Buna mukabil daha çok seçim anketleriyle gündeme geldikleri de gerçek.
Seçim akşamları TV’lerde ahkâm kesen sevimsiz erkeklerin bir kısmı hiç kuşkusuz anketçiler. Toplumu ve yurttaş eğilimlerini rakamlar üzerinden analiz ederken, başta düşük oy alanlar olmak üzere tüm partilere akıl vermekten de geri kalmıyorlar.
Yaptıklarını önemli bulanlar olabilir tabii ancak ben, çoğu ‘seyahat acentesi sahibi’ kılıklı bu erkekleri, ‘antipatik ve lüzumundan fazla bilgiç bulma’ özgürlüğümden yararlanıyorum!
Hele ki cumhurbaşkanı seçiminde hemen hepsi çuvallamışken bu kadar çok konuşmayı istemeleri ve hiç hız kesmeden ‘yorum’ yapabilmeleri, hakikaten ibret verici. Gel de Murathan Mungan’ı anma. ‘Türkiye’de her şey olunur ama rezil olunmaz’ demişti ya…
Tarhan Erdem ve KONDA

KONDA’nın özür açıklaması.
Büyük anket firmalarının hemen hepsi, bu kez oy oranlarında ‘yanıldı.’ Seçim sonrası bazı açıklamalar yapmayı deneseler de kendilerine yönelen kızgınlık açık. Ancak beni yalnızca bir şirketle bir kişi ilgilendiriyor. KONDA ve Tarhan Erdem.
KONDA ve Erdem’in, söz konusu şirket ve kişiler içinde çok özel bir yeri var. Tümünden daha prestijli ve güvenilir kabul ediliyor.
Erdem, uzun yıllar siyaset içinde yer almış, başta CHP olmak üzere parti örgütlerini ve partili ilişkilerini, ayrıca bürokrasi ve ülkenin idari yapılanmasını gayet iyi bilen biri. Kendisinin seçim hukuku, seçim yasaları (nitekim konuya dair kitabı da var) ve genel olarak seçimler üzerine engin bilgi ve deneyimi var.
Bazı değerlendirmeleri aceleci
Bazı yazılarını öğrencilere okuttuğum oluyor. Yıllardır takip ettiğim Erdem’in çoğu düşüncesine, değerlendirmesine katılırım. Hemen her zaman özgürlükçü safta olduğunu düşünürüm.
Buna mukabil bazı yazılarına çok sinirlenirim. Kimi değerlendirmelerini aceleci ya da yanlış bulurum.
Örneğin: Uzunca bir süre, Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını istemediğini düşünmesi ve bu görüşte olanları eleştirmesi (bunu bir ‘önyargı’ olarak tanımladı)…
Üç beş yıl önceki bir yazısında Türkiye’de baskı ortamı göremediğini dile getirmesi…
Cumhurbaşkanı seçimlerinin 2012’de yapılması gerektiğini savunurken (çok haklı olarak) AKP’nin tek yanlı/keyfi hukuk kuralı yaratma pratiklerini ısrarla görmezden gelmesi…
2010 Anayasa değişikliklerinin ardından, bugün bile hala, Türkiye’nin 2010 öncesinden daha demokratik bir ülke olduğunu savunması vb. Örnek çok. Yazı sınırlı!
KONDA’ya sıradan bir özürden daha fazla bedeli olmalı
Erdem’in düşünceleri elbette herkesçe her daim kabul görmek zorunda değil. Haliyle, kendisinin hangi görüşünü beğenip hangisini tutarsız ya da yanlış bulduğum yalnızca beni ilgilendirir.
Ancak bu yazının asıl konusu olan seçim sonucu tahmini meselesi, yalnızca beni değil, Türkiye siyasetini ilgilendiriyor. Eğer Erdem, otobüste ayağıma bassaydı ya da ağır bir söz sarf etseydi, dilediği özür anlamlı olabilir ve kabul edilebilirdi.
Ancak Türkiye’de herkesin fazlasıyla ciddiye aldığı bir araştırma şirketini yöneten kişi olarak, seçim yasaklarını ihlal ettiği yetmezmiş gibi (kendisi, üç gün önce sonuç açıklanmasının bir ihlal olmadığı kanısında) bu denli farklı bir sonuç (-9.1 fark) açıklamasının, sıradan bir ‘özür’den daha fazla bedeli olmalı.
Unutmayalım: Bu seçimin diğerlerinden en temel farkı, çok sayıda yurttaşın ‘diğerini’ sandığa ikna etmeye çalışmasıydı!
BDP’ye de barajı geçirmişti!
KONDA böylesi sorunları daha önce de yaşadı. Yani ortada, ‘ilk kez tökezleyen’ bir şirket yok.
Hepsi bir yana, benim asıl dikkatimi çeken, 2011 genel seçimlerinde, Erdem’in BDP’lileri parti olarak seçime girmeye ikna çabası olmuştur.
Erdem, 17 Mart 2011 tarihli Radikal’de, “BDP seçime parti olarak girerse barajı geçer” başlıklı bir yazı kaleme aldı. ‘Geçebilir’ değil, ‘geçer’ iddiasındaydı. Yazı, başından sonuna dek keskin sayılabilecek yargılarla doluydu. Kürt halkının özelliklerini araştırdıklarını ve 50 yıllık kişisel deneyiminin değerini vurguluyordu.
Oy tahmini de yanlıştı
Burada anlatılması gereksiz bir takım değerlendirmeler/tahminler ışığında, BDP’nin Türkiye genelinde 5.5 milyon Kürt oyu alabileceğini, ayrıca ülkede değişim isteyenlerin (Kürt olmayan seçmen) bir kısmının katkısıyla da oy artıracağını iddia etmişti.
Erdem; “…BDP bütün illerde aday göstererek seçime katılırsa, dört milyonun çok üzerinde oy almasının önünde bir engel göremiyorum” diyecek kadar iddialıydı.
Aday listeleri kesinleştiğinde, 11 Nisan 2011 tarihli yazısında Erdem, BDP’nin 50 ya da üzerinde milletvekili çıkaracak oy oranına ulaşabileceği iddiasını sürdürüyordu.
BDP, eğer parti olarak girseydi belki bağımsız aday gösterme yönteminden daha kazançlı çıkabilirdi. Ancak bağımsızlarla girmeyi tercih etti.
2011 seçiminde, BDP’li olan ve olmayan tüm bağımsızlar, yalnızca 2 milyon 819 bin 896 oy alabildi. Yani, yüzde 6.57! Bu arada, geçerli oy tahmini de yanlıştı: En çok ‘40 milyon’ değil, yaklaşık ‘43 milyon’ geçerli oy söz konusuydu.
AKP Anayasa’yı değiştirebilirdi!
Diğer bağımsızlar da düşünüldüğünde BDP’nin oyu, yüzde 6’yı zar zor bulur haldeydi. Eğer BDP, Erdem’e uyup seçime parti olarak girse ve barajı geçemeseydi (ki olanaksız görünüyor), oy aldığı bölge hesaba katıldığında, AKP onlarca milletvekilliği daha kazanacaktı.
Türkçesi: AKP, Anayasa’yı tek başına değiştirecek sayıya ulaşabilecek ve BDP’liler TBMM’ye giremeyecekti.
Erdem’in, 2011 seçimi sonrası, bu konuya dair anlamlı bir değerlendirme kaleme aldığını hatırlamıyorum. Olacak iş mi?
Yazı çok uzayacağı için burada kesiyorum. İkinci yazı, KONDA’nın cumhurbaşkanı seçimi tahmini, Erdem’in ‘rapordaki’ yorumları, seçim yasaklarının ihlali (kendisinin reddettiği) ve özür metni üzerine olacak.
Not: Bugün Hürriyet’e göz attım. Diğer yazarların, Yılmaz Özdil’in sansürlenmesinden haberlerinin olmaması ne garip. Hürriyet yazarları hangi gazeteleri okuyorlar ki acep? Ah şu etik ilkeler ah…