Muhalefet, medyası ve seçkinleri görünürde AK Parti ve Erdoğan’a direnç gösterip, çoğu kez marjinal bir dil ve saygısız bir tarzı da kullanmaktan çekinmezken aslında 100 yılın sonunda henüz fırsat eşitliğini yakalamaya başlamış toplumun hafızasını ürkütüyor. O yaklaşım, sokaktaki insana yeniden eski yasaklı, vesayetçi ve laikçi günlere dönüş duygusundan başka bir mesaj vermiyor.
İnsanların 17 Aralık veya Gezi’de yaşananlardan çıkardıkları ilk ders de bu mesaj olmuştur. Erdoğan’ı hedef alan girişimler sonuçta Türkiye’nin 10 yıllık kazanımlarını geriye götürmeye arzulu; eski normları dayatmaya istekli bir siyasetin girişiminden başka bir şey değildir.
Öte yandan, bu denli büyük sansasyonlara karşı iktidarın bırakın yıkılmak aksine güçlenmesi de geleneksel imtiyazın devamını temsil eden kesimlerde demokrasi duygusunu zayıflatıyor. 30 Mart sonuçlarına karşı güvensizlik şeklinde tecelli eden hal de budur.
Çıkış yolu daha fazla didişmek ve daha fazla gerilim üretmek değildir. Bilakis, CHP’nin ve laikçi seçkinlerin yeni normlara saygı duymaları ve geçmişin hatalarından uzaklaşma iradesini göstermektir.
Yani, Türkiye yenilenirken geleneksel Cumhuriyetçi siyasetin de demokratikleşmesi ve sosyolojiyi benimsemesidir. Sadece gerilimden kurtulmanın değil, bütün fikirlerin, ideolojilerin, etnik aidiyetlerin, mezheplerin birbirlerinden endişe duymadan yaşayabilmelerinin tek yolu da budur.