Okura not:
Günün 11’i, Türkiye medyasındaki görüş ve yorum çeşitliliğini yansıtmak amacıyla hazırlanmaktadır. Aşağıda özetini bulacağınız yazıya yer vermemiz, içeriğini onayladığımız ve/veya desteklediğimiz anlamına gelmez.
Sağına bakıyorsun Trump, soluna bakıyorsun Orban, en iyisi hiç bakmamak, diyorsun. Böyle bir siyasi atmosfer kaçınılmaz olarak insanı (insanların bir kısmını diyelim, çünkü hayatından memnun olanlar da eksik değil) karanlık bir ruh haline sokuyor. Ama hayat aslında çok karmaşık ve olan her şeyin karşıtı da olmakta—sadece ön planda görünmüyor. Sonra rakkas öbür tarafa dönüyor. Onun için, diyorum, kötümserliğe kendini kaptırmamak gerek. “Beyinsiz” bir iyimserlik salık verdiğim yok. Toplum hayatında ilerleme var, ama gerileme de var. Bunu da gerçekçi bir dikkatle izlememiz, gözlememiz, mücadelesini vermeye hazır olmamız gerekiyor. Bütün gerilere savrulma olgularına rağmen, olumlu gelişmelerin ciddi biçimde ağır bastığını çıplak gözle de görebiliyoruz.
Türkiye’de ahval dünyanın genel gidişinden çok farklı değil. Bunu böyle yapan dinamikleri harekete geçiren koşullar farklı olabilir, muhtemelen de farklı. Ama gidişat fena halde benziyor. Anlaşılır bir şey. İyilik gibi kötülük de belirli kalıplar içinde kendini gösteriyor. Adamı “vatan hainliği yapan yazılar” yazdığı için (bizdeki gibi, bu suçlamaların temeli olmayan örneklerden söz ediyorum) hapse atıyorsunuz ya da “Cumhurbaşkanına hakaret etti” diye hapse atıyorsunuz. Yani, “hapse atıyorsunuz.” Onun için Tayyip Erdoğan uygulamasıyla Kenan Evren uygulaması sonuçları çerçevesinde benzeşiyor.
Şu evrede bizim burada olduğu gibi demokrasi çiğneniyor ve bir yalan rejimi hüküm sürüyorsa, işler elbette tatsızdır, ama bunun, bu olumsuzluğun da bir birikimi olmaktadır. Bu birikim, önceden tayin edilmesi güç bir zamanda, kendini gösterecektir.
Onun için “dayanın aslanlarım!” “Bu da geçer!” ama derslerini bırakarak geçer.