İHSAN DAĞI
@ihsandagi
Muhalefet partileri son zamanlarda muhalif kesimlerce de eleştiriliyor. Hazırlıklarının olmadığı, somut çözüm önerileri geliştirmedikleri, cumhurbaşkanlığı adaylığı sürecini yönetemedikleri, 6’lı masanın heyecan yaratmadığı söyleniyor. Eleştirilerin birçoğu haklı, muhalefeti uyarıcı, ufuk açıcı nitelikte.
Muhalefet partilerinin eleştirileri dikkate alması şart.
Öte yandan -ben dahil- bu eleştirilerin sahipleri konuşmaları ve yazılarıyla toplumdaki umutsuzluğu derinleştirdiğini ve iktidarın gitmeyeceği algısını pekiştirdiğini görmeli.
Niyetleri bu değildir elbette eleştirenlerin ama bitmez tükenmez bir muhalefet partileri eleştirisi kitleleri seçimlerden, muhalefetten ve hatta siyasetten uzaklaştırıyor. Böyle bir sonuç yarattıkça da muhalefete yönelik ‘içerden’ eleştiriler ‘yapıcı’ olmaktan çıkıyor, muhalefetin enerjisini, seçmenin de umudunu tüketen bir işlev görmeye başlıyor.
Sürekli muhalefet partilerine uyarılarda bulunan, onların eksiklerini ve yanlışlarını anlatan okur-yazar-konuşur takımı kendi yaptıklarının sonuçlarına ilişkin de biraz kafa yormalı.
Ekonomik krizin ağırlaşmasına rağmen kamuoyuna yansıyan anketlere göre muhalefet partilerinin oy oranlarının durağanlaşması, AKP’nin keskin düşüşler yaşamaması, hatta Ukrayna krizini avantaja çevirmeye çalışması, muhalif kesimlerden gelen yoğun eleştirilerle birleşince, seçmende yeni bir umutsuzluk ve yılgınlık dalgası yarattı.
İnsanlar yeniden, “AKP gitmez arkadaş” demeye başladı, “Bu muhalefetle olmaz” sesleri yeniden duyulur oldu. Ankara ve İstanbul seçimlerinde AKP’nin ‘yenilmezlik’ unvanının bitmesiyle yükselen moraller yeniden bozulmaya başladı. Geçen kışa doğru iyice büyüyen ‘Gidiyorlar’ beklentisi zayıfladı.
Bunun elbette birçok nedeni var. Ancak nedenlerden biri, artık adeta ‘milli spor’a dönüşen muhalefetin muhalefeti eleştirisi. Muhalif seçmen son derece kırılgan; yaklaşık 20 yıllık AKP iktidarından sonra geleceğe ilişkin pek umudu kalmamış durumda. Sürekli kaybeden muhalefet partilerine oy vermekten yorgunlar. AKP yıllarında büyüyen gençlerde ise umutsuzluk daha da yaygın. Böylesi bir psikolojik ortamda muhalefet partilerine yönelik keskin eleştiriler toplumu demoralize ediyor. Üstelik bu duygu müthiş ‘bulaşıcı.’ Bir zamanlar, ‘AKP kaybedeceği seçime girmez, kaybetse de gitmez’ temalı konuşmalar da böyle yayılmış ve muhalif kesimleri paralize etmişti. 2019 seçimleri, Millet İttifakı’nın oyun kurucu hamleleri ve AKP’nin oy kayıpları bu algıyı yıkmıştı.
Şimdi yeniden “Bu muhalefet adam olmaz” diye konuşuluyor kulaktan kulağa. Bu sufleyi verenler de muhalefeti çoğu defa haklı olarak eleştiren muhalif kamuoyu önderleri. “Muhalefet partileri o kadar beceriksiz ki seçimi kazanamaz, kazansa da yönetemez.” … ”Ne planları var ne programları.”
Tamam eleştirelim muhalefeti, ama bir durup düşünmenin de vaktidir; muhalefetin stratejik hedefi ne? Otoriterliği durdurmak üzere gelecek seçimleri kazanmak. Amaç buysa, sadece siyasi partilerin değil, muhalif kesimlerin tümünün birazcık ‘stratejik’ davranması beklenir. Memleketin elbette bir muhalefet sorunu var, ama asıl sorun egemen otoriter rejim değil mi?
O halde, odak da amaç da belli:
Erdoğan gitmez algısını beslemeyiniz.
Sandıkta umut yok beklentisini pekiştirmeyiniz.
‘Bu muhalefetle olmaz’ fikrini derinleştirip AKP’yi kalıcılaştırmayınız.
Muhalif seçmeni şimdiden sandıktan soğutmayınız.
Muhalefete konuşanların bence hassas olması gereken noktalar bunlar. Muhalefet elbette eleştirilmeli, ama eleştirilerin bu sonuçları yaratıp yaratmadığını da hesaplamak gerek. Eğer eleştiriler dönüp dolaşıp yukardaki sonuçları üretiyorsa zaten muradına ulaşmıyor demektir.
Temel sorunun doğru tespiti önemli: Otoriter bir yönetim mi, yoksa bu otoriterlikle şöyle veya böyle mücadele eden, sonuçta elini taşın altına koymuş, hatta kellesini koltuğunun altına almış muhalif siyasetçiler, liderler mi sorunumuz?
Kimse kusursuz, hatta hatasız değil. Birilerine, muhalefetin bazı paydaşlarına karşı sürekli ‘ahlaki üstünlük’ sinyallemek yerine hedeflenen sonuca nasıl ulaşılacağına odaklanmalı muhalefette yer alan her kişi.
Muhalif kesimlerin yapmaya çalıştığı ne?
Otoriter rejimle mücadele mi, yoksa sürekli ve herkese karşı ahlaki üstünlük taslamak mı? Her zaman ve konuda haklı olduklarını iddia ve kabul ettirmek mi, yoksa asgari ortak değerler üzerinden geleceği inşa etmek için güçbirliği geliştirmek mi? Geçmiş üzerinden bitmez tükenmez bir haklılık ve hesaplaşma mı yürütmek, yoksa ülkeyi mevcut krizden çıkaracak geniş bir ittifak mı oluşturmak?
Herkesin gönlünden geçen demokrasiyi kurması için önce otoriter rejimin değiştirilmesi, seçimlerin kazanılması gerek. Muhalefet içinde kalan ama hesaplaşılması gerektiğini düşündüklerinizle bile hesaplaşmak için önce seçimi kazanmalısınız. Yok, hemen başlamak istiyorsanız ‘hesaplaşma’ya, buyrun o zaman. Örneğin, eski AKP’li ‘yeni muhalifler’le şimdiden başlayın hesaplaşmaya. İnanın iktidar büyük bir zevkle çalışır bunu yapacaklarla. Siz de hazır mısınız iktidarla iş tutarak eski AKP’li muhaliflerle hesaplaşmaya?
Aynı durum Kürt siyasal hareketi için de seküler muhalefet için de geçerli. Muhalefetin iç çelişkilerini ve muhtemel çatışma noktalarını şimdiden derinleştirmeye girişmek önümüzdeki seçimi kazanmaya odaklı bir stratejik aklın ürünü gibi görünmüyor.
Türkiye’de birileri AKP iktidarında ‘sürekli azınlık’ kalmaya razı olabilir. Birçoğu yurt dışında yaşayan radikal muhalifler hiçbir şeyi beğenmeyebilir; ülkeden umudunu kesmiş, haklılıklarının ve ahlaki üstünlüklerinin keyfini sürmeyi tercih edebilir. Ama Türkiye’de demokratik değişimden umudunu kesmeyenler, bunun için çalışanlar, bu ülkede yaşamaya ve bu ülkeyi yaşanabilir yapmaya kararlı muhalifler de var. Ve onlar için öncelikli hedef, muhalefetin şu veya bu bileşeniyle şimdiden hesaplaşmak değil, gelecek seçimleri güç birliğiyle kazanmak.