Deprem felaketinin ardından “normalleşme” tartışmalarının esas sahalarından birinin futbol olması şaşırtıcı değil. İnsanlar kalitesiz bulsa da, hakemlere, federasyona kızsa da, başta doğrudan bağ kurdukları takımları olmak üzere futbolu, ona has renkleri, tartışmaları, zırvaları özlüyor. Futbolu yas, hüzün, çaresizlik, öfke hâllerinden çıkışın ya da bir nebze uzaklaşmanın bir aracı, simgesi olarak görüyor. Bu, masum, anlaşılır ve yaygın bir his.
Ancak “normal”in ne olduğu ve kimin için olduğu burada önemli bir belirleyici. İktidar, sahte bir “tek yürek” söylemiyle halkın, felaketlerin sorumlularının peşine düşmediği, hesap sormadığı bir “normal”i hakim kılmayı arzuluyor. Bu “normal”, rant projelerinin, insansız dönüşüm tasarılarının kabullenildiği; kimsenin siyasi sorumluluk üstlenmediği, istifa dahi etmediği; çocukların cemaat/tarikat bataklıklarına biraz daha kaptırıldığı; deprem bölgesindeki emekçilerin itaatkar biçimde mesaiye beklendiği bir “normal”. Bu iktidar fantezisinde futboldan da bir uyuşturucu olarak rolünü oynaması bekleniyor. Zengin kulüp yöneticilerinin “yardım” şovlarına katıldığı, vicdanlı futbol yıldızlarının ellerinden gelen maddi yardımı yaptığı, yabancı şöhretlerin dünya çapında “farkındalık” sağladığı, ilk birkaç maçta “tek yürek” temalı pankartların taşındığı…