MURAT SEVİNÇ
Seçim üzerine 10’uncu eleştiri yazısı…
Seçimden hemen sonra ‘Muhalefet nasıl bu kadar sessiz kalabiliyor, olacak iş mi?’ sorusu yöneltiliyordu. Çok haklı bir soruydu. Muhalif siyasetçiler, özellikle Kılıçdaroğlu konuştukça, ‘Konuşmasa(lar) çok daha iyi olacak sanki’ diye düşünmeye başladım.
Özeleştiri makbul ve doğru düzgün yapılabilen bir iş değil bizim buralarda, bu yüzden pek rağbet görmüyor. Murathan Mungan demişti, “Türkiye’de haklı olmak değil, haklı çıkmak için” çabalıyor ahali.
Dolayısıyla seçim eleştirisi ve özeleştirisi de hakkıyla yapılamıyor, yapılmayacak da. “Bazı hatalarımız oldu” ifadesi bir özeleştiri değil, günü ve paçayı kurtarıp öfkeli seçmeni yatıştırmak için sarf edilen boş laf. Hangi hataları yaptınız, neden yaptınız, ne olsaydı yapmayabilirdiniz, tutumunuz bir hatanın mı yoksa dünya görüşünüzün sonucu muydu… Ya da ‘Adaylığına engel olamadığım için özür diliyorum’ gibi, ‘En kötü özelliğim çok iyi kalpli olmam‘ nevi denemeler.
Cumhuriyet’in en önemli seçimi olduğu iddiasıyla girildi mayıs ayına, öyleydi de. Ve muhalefet kazanamadı. Sağdan da baksan soldan da baksan sonuç değişmiyor, bu kadar basit. Öylesine büyük bir umut yaratıldı, öylesine keskin sözler sarf edildi ki yıkım da o ölçüde büyük oldu.
Doğrusu, hâlihazırdaki ruh halinin ve karmaşanın muhalefet için çok vahim bir durum olmadığı kanısındayım. Bir şey değişecekse bu toz duman içinde olacak. Ancak değişim için değişimi arzulamak ve içerik gerekiyor tabii.
Kılıçdaroğlu, biraz daha oy alıp (ya da tutanaklara sahip çıkıp!) seçilseydi bir siyaset sihirbazı olarak anılacaktı muhtemelen ve elbette bu da doğru bir teşhis olmayacaktı. Kazansaydı da adaylığına karşı olanların çoğu değerlendirmesi son derece makul argümanlar olarak kalacaktı, kalmalıydı.
Hal böyleyken, kaybetmesi, olup biten her şeyin, giriştiği işin bütünüyle yanlış olduğu anlamına gelmiyor. Bir insanın adaylığı üzerine konuşmak, çok sayıda değişken üzerine düşünmek demek. Burası Türkiye olduğu için, adaylığına karşı çıkanlar son derece lüzumsuz ithamlara maruz kaldı. Seçim sonrasında işler tersine döndü, bu kez ‘istemeyenler’ muhatabını azarlama yarışına girişti.
Evet, Kılıçdaroğlu yenilgiyi yönetemedi, yönetemiyor. Belli ki yönetemedikçe ve bazı sırlar (!) açığa çıktıkça daha da öfkelenip en olmadık sözleri sarf ediyor. Son TV konuşmasındaki açıklamaları için ‘skandal’ tanımı az kalır. Seçmenin aklı fikriyle alay edenler kervanına katıldı o da.
Özellikle ikisi:
Neymiş, bugün ortaya sandığı koysa kaybedermiş iktidar. Vallahi pes. Neden? Neden durup dururken seçim yapsınlar ve ayrıca kaybedeceğini nereden çıkarıyorsunuz? Sokak söyleşilerinin, “Elim kırılsaydı” diyenlerin etkisi mi bu? “Pişmanım” diyenler üç ay önce Norveç’te yaşıyorlardı da şimdi mi fark ettiler ülkenin halini, onlar muhabirle dalgasını geçiyor, bugün seçim olsa elbette yine Erdoğan’a oy verecekler, aksini düşündürten nedir!
İkincisi, Ümit Özdağ ile yapılan protokol(ler). Hadi ‘açık olan’ı anladık, iki tur arasında telaşla yapıldı. Toprağımız mutabakat çöplüğüdür, en meşhuru Sened-i İttifak olmak üzere! Bu yüzden çok da ciddiye almamak gerektiğini düşünmüştüm. Ayrıca, şu anda ısrarla görmezden gelinse de ilk turun ardından Akşener, ikinci tur için Kılıçdaroğlu’na, Oğan ve Özdağ’la görüşme ve mutabakat konusunda ‘açık çek’ verdiklerini belirtti. Buna mukabil, Kılıçdaroğlu’nun iki gün önce, sunucunun sorusu üzerine kabul etmek durumunda kaldığı ‘gizli’ protokol, kabul edilebilir değil. ‘Süleyman Soylu kalmadı Özdağ verelim’ protokolü. Özdağ gibi birinin sır tutacağını düşünmesi ise apayrı bir sorun!
‘Muteber bir mağlup’ olarak anılmamakta kararlı görünüyor Kılıçdaroğlu. ‘Efendim, Kılıçdaroğlu gitse yerine kim gelecekmiş?‘ Doğru, Willy Brandt mezarından çıkıp genel başkan olacak değil, önceki lideri Deniz Baykal, sözcüsü Faik Öztrak olan bir partiden söz ediyoruz nihayetinde; güzel de, bunlar bir genel başkanın ‘gereğini yapmaması’ için gerekçe değil.
Kılıçdaroğlu için ayrı ve son bir yazı kaleme alacağım için uzatmıyorum, başlığa geleyim…
Olup bitene tanık olan, morali bozuk seçmenin genel olarak muhalefete, özelde Kılıçdaroğlu’na tepki göstermesi son derece olağan. Hatta, az bile. Muhalefetin büyük katkısıyla -teşbihte hata olmaz- iğdiş edilmiş, başına gelen her ne varsa onun ‘seyircisi’ konumuna itilmiş milyonlarca insan, öfkesini yönelteceği bir yerlere ihtiyaç duyuyor ve seçim kaybetmiş muhalefet, biçilmiş kaftan.
Ancak, Kılıçdaroğlu eleştirisi, muhalif siyasetçilerin ‘elini yıkama’ ve muhtelif beceriksizliklerini ‘temize çekme’ aracına dönüşmemeli. Bu durum da Kılıçdaroğlu’nun tutumu kadar sinir bozucu.
Gizli kalmayan gizli protokol sonrası, “İyi ki seçilmemiş” diyen zevat kendinde mi, bu nasıl bir tavır böyle? Seçim sürecinde üzerine düşeni harfiyen yerine getirdiler de yalnızca Kılıçdaroğlu mu kaybetti? Başrol oyuncusunun Kılıçdaroğlu oluşu, kalan herkesi pirüpak mı yaptı, hayırdır?
Rivayet odur ki Kılıçdaroğlu herkesi adaylığına mecbur bırakmış, bir ‘el’ (kimin eli olduğu belli değil ama!) adaylığı organize etmiş vs… Şekerim, ben bacak kadar çocuğumu bir şeye mecbur edemiyorum, koskoca liderlerin gazozuna ilaç mı attı, altılı masa toplantılarında silah mı çekti Kılıçdaroğlu? Şimdi, ‘gizli protokol’ rezaleti vesilesiyle “İyi ki kazanamamış” diyen muhalefet milletvekilleri, bunca seçmenin ve mağdur yurttaşın ne hissettiğini hiç mi umursamaz, nasıl bir ruh hali, neyin kibri bu böyle? Baktılar ki kamuoyu -haklı olarak- öfkelendi, fırsat bu fırsat, hepsi dağlar kızı Heidi kesildi başımıza, bravo.
Bir yanda, mağlubiyeti kabullenemeyen ve her Allah’ın günü daha da olmadık ifadeler sarf edip kendisine yönelik hürmeti tüketen -ki içtenlikle üzüldüğümü söylemeliyim- bir ana muhalefet partisi lideri; diğer yanda, Kılıçdaroğlu’nun vahim tutumunu fırsat bilip yenilgideki sorumluluğu olduğu gibi CHP ve Kılıçdaroğlu’nun omzuna yükleme iştahıyla zırva açıklamalar yapmaktan kaçınmayan parlamento esnafı.
Canımız burnumuzda…