
MURAT SEVİNÇ
Eskişehir AÜ’de 21 yaşında bir genç okul yemekhanesinde yaşamına son vermiş. Gazetelere bakılırsa, borcu olduğu yönünde bir mektup bırakmış. 21 yaşında. Bazı haberler, diğer acı haberlerden daha çok acı veriyor insana.
Nasıl oluyor peki, ya da, nerede gerçekleşiyor bu?
Giderek derinleşen gelir uçurumunun yaşandığı, orta-sınıfın eriyerek yoksullaştığı, toplam gelirin yüksek oranının bir avuç sermayedar ve vurguncu (çoğu zaman, ikisi bir arada) üçkâğıtçının elinde biriktiği, geriye kalan milyonlarca yurttaşın geleceksiz bırakıldığı bir ülkede. 21 yaşındaki çocuğun ve aynı gün muhtemelen haber dahi olamayan birilerinin yaşamına son verdiği anda, gazeteler, kimlerin üç-dört yerden maaşa bağlandığını, bir yerlerden yeni ihaleler aldığını yazıyor. Ve yine bir avuç insan dışında mahcubiyet duyan olmadığı da malum.
Şu son yıllar bana bir şey öğretti, hem de kafama vura vura. Neredeyse 50 yaşıma dek, dahil olduğu sınıf ve kültürün verdiği biçim doğrultusunda her insanın, ama her insanın, asgari utanma duygusuna sahip olduğunu varsayardım. Meğer bu duyguyla tanışmadan yaşamak mümkünmüş. Okuduğumda yüzümü kızartan, tahmin ediyorum sayısız insanda aynı etkiyi bırakan bir durumun, kahramanları tarafından hiç ciddiye alınmaması ve herhangi bir mahcubiyet emaresi göstermeden yaşamına devam etmesi ihtimal dahilindeymiş. Giderek banalleşen ‘çürüme’ kavramıyla dahi açıklaması güç, yerine daha uygun bir sözcük bulamadığım tanıklıklar bunlar. Hâlâ iyi kötü yaşam belirtisi gösterebildiğimi de, “Vay be” diyen iç sesimden, şaşırabildiğimi görmekten anlayabiliyorum.
Cumhuriyet’in 100’üncü yılına girerken hali pür melalimizi inkâr etmenin yararı yok. 21 yaşındaki bir öğrenci yemekhanede yaşamına son veriyor, aynı gün yaşanan diğer rezaletlere eklenen bir haber oluyor yalnızca; marş okuyarak, havai fişekle, duygusal cümleler kurarak üstesinden gelinecek bir durum değil ne yazık ki. Halimiz ortada.
Bu sabah Ünsal Ünlü haklı siniriyle güzel bir yayın yaptı, oradan öğrendim, bugün Dünya Yoksullukla Mücadele günüymüş. Yinelemekten vazgeçmeyeceğim cümlelerden biri, yoksulluğun en ağır insan hakkı ihlallerinden biri olduğu gerçeği. İçinde yaşamaya mecbur bırakıldığımız, eşitsizlik ve adaletsizlik üzerine kurulu bir sistem. Öyle bir sistem ki, son on yılların icadı olan ekonomi siyaseti tercihlerini vazgeçilmez gösterme konusunda çok mahir.
Sistem, sadık savunucularını yetiştirir, hâkim haber kaynaklarını yaratır, ideolojik bombardıman ve propaganda konusunda eşsiz başarı elde eder, sıradan insanın ihtiyacı olmayan her şeyi ‘olmazsa olmaz’ hale getirir, özendirir, birkaç başarı öyküsü yaratır; ezcümle, kabullendirir. 10 lira sahibi beş lirası olanın ‘çalışmadığını’, iki lirası olan üç lirayla yaşayanın ‘iş beğenmediğini’, parası olmayan ise diğer parasızın şükretmediğini söyler. Bunları söyletecek bir eğitim sistemine ve siyasete ihtiyaç duyar. Türkiye’de 1980’lerden itibaren işleyen siyaset dişlisinin yaratmak isteyip büyük ölçüde başarılı olduğu yapı.
Kamuculuğu öldürmek; eşitlik savunusunu aptallık, parasız eğitim ve sağlık hizmeti taleplerini ‘geri kafalılık’ gibi göstermek için her şeyi yaptılar. Solu ezdiler ve solun ezildiği her yerde olduğu gibi, meydanı milliyetçilerle dincilere bıraktılar. Ama kapitalistler vicdanlı insanlar, yoksullaştırdıkları kitlelerin durumunu incelemek için muhtelif örgütler kurup onlara türlü gelir kaynakları sağladı. Böylece potansiyel yoksullar, hâlihazırdaki yoksulların durumunu ‘rakam’ ve ‘tablo’ haline getirebildi. Nicedir ‘insan’ yok artık, yalnızca ‘rakamlar’ üzerine konuşuluyor. Hatırlarsınız, salgın esnasında kimi Batılı siyasetçiler, sağlık harcamalarından ve hiç olmazsa bir kısım emekliden kurtulmak için ısrarla sürü bağışıklığını savunmuştu. Her an vazgeçilebilecek, boşa masraf yapılan, ‘verimli olmayan’ kitleler…
Uzun uzadıya Türkiye anlatmaya gerek var mı; yoksulluk gözle görülebilir, dokunulabilir halde. Tahammülü güç bir pahalılık ve gelir eşitsizliği söz konusu. Tarihimizde hiçbir iktidar döneminde bu denli kolay zam yapılmamıştır, yaşasın berbat muhalefetimiz. Bugünlerde hiç muhalefet partisi olmasa, hepsi bir günde buharlaşsa, toplum şimdikinden daha duyarlı ve umutlu olurdu. Akıl alır gibi değil hakikaten.
Tercih edilen ekonomi siyaseti ucuz emek gerektiriyor. Niteliksiz ya da her şeye razı az nitelikli insan. Yüksek öğretim bu amaca hizmet eder halde. Meslek sahibi bulmak güç, buna mukabil yüzbinlerce işsiz işletme ve kamu yönetimi vs. mezunu dolaşıyor ortalıkta. Üç kuruşa çalışmaya mecbur ancak isteksizler. Buradan mutlu gençlik ve toplum çıkar mı, çıkmıyor nitekim. Sistem köle ücteriyle çalışacak insana gereksinim duyarken, iyi eğitim almış bir avuç genç de yurt dışına çıkma derdinde. Yaşam koşullarına itiraz etmeye mi kalktın, özel ve kamu güvenliğiyle tanışıyorsun; hangi özel güvenlik ve polis, yoksul ailelerin çocukları, üzerlerinde üniforma olsa da geldikleri yer aynı. Yoksul yoksulu bastıracak ki, pastadaki iri dilimlere konanlar rahat etsin.
Dar gelirli ailelerin çocukları kaç lira aylık gelirle okuyor? Diyelim devletten kredi aldı, biraz da cep harçlığı olsun, yaklaşık 2000 lira eder; bölün aya, günlük 50-60 lira ile geçinmek zorundalar. Yemekhane ücretlerine yapılan zammı protesto ettiklerinde kimi sersemler bunu eleştirebildi! Ailenin hali vakti yerinde mi, hadi bilemedin birkaç yüz lira olsun. Öğrenci milleti genellikle sıkıntı çeker, doğru, ancak açlıkla ve böylesi yoksunlukla başa çıkmak o yaştaki insanların kolayca üstesinden gelebileceği bir durum değil. Ev kiraları, yurt ücretleri vs… Yalnızca karnı doyan biri için, ‘yaşıyor’ değil, ‘henüz hayatta’ demek doğru olur. Milyonlarca yurttaşı, bir gün daha hayatta kaldığı için şükreder ve yaşamayı da böyle bir şey zanneder hale getirdiler. Birilerinin üç-beş maaş aldığı, devleti paylaşan tarikat şeyhlerinin en pahalı araçlarla gezdiği, ihalelerin tosunlar arasında paylaştırıldığı bu süflilik devrinde.
Cumhuriyet, ne kadar sorunlu olursa olsun, eğitim ve istihdamda iyi kötü fırsat eşitliği sağladı. Örneğin, sıkıntı çeken bir genç mezun olunca durumunun düzeleceğini, bunun bir ihtimal olduğunu düşünüyordu. Hiçbir zaman ‘sınıfsız, zümresiz ve kaynaşmış bir kitle’ değildik, buna mukabil, umut vardı.
Yazı önerileri: