CAN AYDUK
Marmara Denizi’nde 1990’ların başında görülmeye başlayan müsilajın (deniz salyası) etkileri, 2021 yılında ‘çevre felaketi’ denilebilecek boyuta ulaştı. İlk olarak 1992’de Erdek Körfezi’nde gözlemlenen müsilaj, 2000’lerin başında Çanakkale Boğazı’nda, 2007’de ise İzmit Körfezi’nde kaydedildi.
Bugün karşı karşıya olduğumuz durum ise tüm Marmara’ya yayılmış, hatta Karadeniz ve Ege’yi de tehdit eden bir sorun.
‘Denizlerde görülen sümük benzeri organik maddeler topluluğu’ müsilajı ortaya çıkaran faktörlerin başında durgun hava koşulları ve denizlerde değişkenlik gösteren azot ve fosfor değerleri gibi çevresel faktörler geliyor. Müsilaj, içinde farklı safhaları bulunan bir yapı ve görünen kısmından çok yüzeyin altına zarar veriyor.
Küresel ısınma ve deniz kirliliğinin etkisi
Sorunun yaz aylarında gündeme gelmesinden sonra, yüzey temizliği çalışmaları başlatılmış, bunun sonucu olarak yüzeyi kaplayan yoğun müsilaj tabakası ortadan kaldırılmıştı. Ancak uzmanlar o günlerde yaptıkları uyarılarda dipteki canlıların yaşam alanlarında büyük tahribat oluştuğunu belirtmiş, süngerlerin ve mercanların öldüğüne işaret etmişti. Dipteki organizmalar hala müsilaj tehdidi altında!
Müsilaj yapısının tamamen yok olmasının yolu, bakteriyolojik olarak parçalanması. Bu parçalanma suda yeterli miktarda oksijen bulunması halinde gerçekleşebiliyor. Bu oksijen seviyesinin dengelenebilmesi için suyun ideal sıcaklıkta olması lazım. Ancak maalesef tüm dünyayı etkileyen küresel ısınma ve deniz kirliliğiyle birlikte deniz suları bu ideal ısıyı kaybediyor ve oksijen seviyesi de bu nedenlere bağlı olarak düşüyor.
‘Sorunun müsilaj değil deniz kirliliği olduğunu’ söyleyen hidrobiyolog Levent Artüz de bu konuya dikkat çekerek Marmara Denizi’nin tam olarak müsilajdan temizlenmesi için gerekli suda çözünmüş oksijenin ortamda yeteri kadar olmadığını vurguluyor. 2007’deki müsilajın iki yılda ancak parçalanabildiğini hatırlatan Artüz, 2007’den bugüne Marmara Denizi’ndeki çözünmüş oksijen seviyesinin bir düşüş gösterdiğini belirterek, ‘Marmara Denizi’ne bırakılan atıklar durdurulmadığı sürece durumun daha da kötüye gideceği‘ uyarısında bulunuyor.
Karadeniz ve Ege de tehlike altında
Artüz’ün uyarısı, Marmara Denizi’nde gözlemlenen bir gerçek. Deniz kirliliğin her yıl bir öncekinden daha kötüye gittiğini sayısız raporla gündeme taşıyan bilim adamları, sorunun önlenmesi konusunda hiçbir faaliyette bulunulmadığını da her fırsatta dile getiriyor. Dünyanın en kirli akarsularından biri sayılan Ergene Nehri’nin, Marmara Denizi alt akıntısı yardımıyla Karadeniz’e ulaştırılmaya çalışıldığını belirten uzmanlar, ‘Derin Deniz Deşarjı‘ olarak bilinen bu yöntem sürdürülürse yakın zamanda aynı sorunun Karadeniz ve Kuzey Ege’den sonra diğer denizlerimizde de görülebileceğine dikkat çekiyor.
Uzmanlara göre son müsilajda karşılaşılan önemli sorunlardan biri de yeni müsilaj türlerinin ortaya çıkması. Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi’nden Prof. Dr. Sevim Polat, yeni tespit edilen türlerin ‘sonradan taşınan’ ve ‘kolonyal’ özellikleriyle çevre felaketlerine yol açabileceği uyarısında bulunuyor. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Neslihan Özdelice ise gemi balast sularıyla taşınmış olması muhtemel müsilajın, Ege Denizi’nde de görüldüğünde dikkat çekiyor.
Bir başka uyarı İstanbul Üniversitesi Oşinografi Ana Bilim Dalı öğretim üyelerinden Prof. Dr. Nuray Çağlar’dan geliyor. İzmit Körfezi’nin Karamürsel açıklarındaki ölçüm istasyonunda yaptıkları araştırmalarda 34 metreden itibaren hidrojen sülfür belirlediklerini belirten Çağlar şöyle diyor: “Organik madde yani müsilaj çözülürken sudaki çözünmüş oksijeni tüketiyor. İzmit Körfezi, Marmara denizi sularıyla yenileniyor ama hidrojen sülfür ortadan kalkmıyor. Bu durum, ilerleyen süreçte bozulmanın hızlanacağını işaret ediyor. Oksijensizlik artabilir, hatta kalıcı olabilir.”
Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Sarı, eylül başında Erdek Körfezi’ne yaptığı dalışta, deniz dibindeki müsilajın son durumunu görüntüledi. Müsilajın denizin dibini yorgan gibi örttüğünü, parçalanırken siyah, ince dokulu bir çamura dönüştüğünü anlatan Sarı, kıyıdan itibaren müsilaj oluşumunun sıfırdan başladığını, 5 metreden itibaren yoğunlaştığını, 18 metreden itibaren ise maksimum yoğunluğa ulaştığını, ışığın tamamen yok olduğunu, fenerle ilerleyebildiğini aktardı.
Ne yapmalı?
Uzmanlar, ‘müsilajın bir neden değil bir sonuç olduğu’nun sık sık altını çiziyor ve müsilajı oluşturan faktörler ortadan kalkmadığı sürece kirliliğin sürdüğüne işaret ediyor.
Müsilaj sorununun kaynaklarından biri, sanayi tesislerinin ve diğer işletmelerin atık sularını gelişmiş bir biyolojik arıtma işleminden geçirmeden dere ve nehirlere, dolayısıyla denize boşaltması. Bir başka neden ise arıtma sistemi bulunsa bile tesislerin bunları düzenli çalıştırmaması.
Marmara Denizi’ni artık bir ‘atık havuzu’ gibi kullanmaktan vazgeçmeli ve yeni bir atık politikasını hızla uygulamaya başlamalıyız. Atıkların denize boşaltılması derhal durdurulmalı, arıtma sistemi bulunmayan tesislere caydırıcı yaptırımlar getirilmeli ve tüm işletmeler düzenli olarak denetlenmeli.
Burada ilgili kurumların yanısıra bizlere de görev düşüyor. Bu tür insan kaynaklı çevre felaketlerinin önce farkına varmalı, sonra da farkındalık yaratmak için çaba harcamalıyız. Konuyu daima gündemde tutmalı, mevcut sorunların çözümü için ısrarcı ve takipçi olmalıyız. Zira aksi halde, çok yakın bir gelecekte ülkemizin doğal alanlarına veda etmiş olacağız.