KAAN SEZYUM
Haftanın ortasından cahillik ırmağı debisini artırarak akıyor. Sular yükseliyor, savaş başladı…
Künk Manşetli Maradona gibi bir haftaydı.
Yasakları yasaklamak yasaktır
Ankara Valiliği her şeyi kafadan yasaklayan bir karar aldı bu hafta.
Böyle yasakları çok seviyorum. Genel bir ‘yasak’ koyuyorsun, sonra her şey onun içine girebiliyor. Mesela aşure kaynatmak da yasak. Aşure etkinliklerine saldırı olabilirmiş… Neyse ki aşure yasağı bir şekilde kendini yasakladı.
Tabii ki böylesi güvenlik sorunları olan bir ülkede yasaksız yaşamak zor.
Şimdi de yıllardır interneti yedekleyen, archive.org sitesine yine TİB tarafından erişim engeli konuldu da bir kendimize gelebildik.
Belki bu siteye erişim yasağı getiren uyanıklar “Ya bizim zamanımızda yediğimiz haltların hepsi burada duruyor, gazetelerden haberleri sildirsek de, sözlüklerden başlıklarımızı sıfırlasak da bunlar sonra bize sıkıntı olur” diye de düşünmüş olabilirler.
Belki bir damadın mailleridir, belki başka bi şey ama yine internetler kesik Türkiye’de.
Elin kıçı kırık VPN firmaları bile Türkiye’ye “Hacı sizin ülkede internet büyük cacık, biz size indirimli hizmet verelim de bilgiye erişebilin” diye açıklama bile yapıyor.
Ya sen kimsin de benim vatandaşıma yasakladığım sayfaları ona göstermeye çalışıyorsun ahlaksız VPN…
Eyy VPN, ip’ni ver evinden aldırayım seni.
Yıllar içinde yasaklar da çok gelişti.
Ben saksı değilim…
İktidarın zor günlerindeki en büyük dostu, zor günlerin Joker’i MHP’de Bahçeli Reyiz’in açıklamaları yine gündeme oturdu.
Bahçeli önce “Sistem çökelmiş, gelin çöküntüyü yasal hale getirelim” gibisinden bir şey dedi.
Aynen şunu dedi: “Anayasaya uygun davranılmıyor. Anayasa ihlal ediliyor. Ya fiili durum düzelsin ya da bu fiili durum hukuki boyut kazanarak Türkiye derin bir nefes alsın.”
Bahçeli Reyiz artık güldürmüyor da. Zamanında “Yolsuzluklar” diye atıp tutuyordu, şimdi süt dökmüş kedi gibi fısfıslıyor.
Bahçeli bize diyor ki: “Anayasa ihlaline engel olmak için gücüm yok, bi şey yapamıyorum, bari gelin şu ihlali yasal hale getirelim”…
Bahçeli tam bir “Legalize it” vakası değil de nedir? Sonra da koltuk değneği ya da stepne benzetmelerine güceniyor.
Bence de gücenmeli, bu benzetmeler yasaklanmalı acilen. Yere düştüğü fotoğrafın üzerine, yerde paralel şekilde dururken “Paralel Devlet” yazan fotoşoplar çöksün!
Bu arada Bahçeli, kendi partisinde kongreden fellik fellik topuklarken başkanlık sistemi ile ilgili hemen halka gitmek istemesi de çok tutarlı.
Bir de kendisinin son bir lafı var: “Yağmur nereye yağarsa tarlayı oraya taşımayın” diyor.
İşte görüyorsunuz, bizim ülkemiz gerçekten tutarsızlıkların tutarlı bir şekilde devam ettiği absürd bir çocuk parkı gibi.
Kaydırağa binmeye az kaldı.
Şimdi mega reyiz de az değil de, neyse, gelin biraz keyfimiz yerine gelsin.
Neyse ben Bahçeli’yi hep böyle iyi hatırlamak istiyorum:
Hapisteki yazarlar…
‘FETÖ/PDY’ soruşturması kapsamında Denizli’de, örgüt üyeliğinden aranan şüpheli M.T. yakalandı. Evde yapılan aramada spor çanta ve ayakkabı kutusu içinde 989 bin 658 dolar ve 50 bin 550 avro ele geçirildiği belirtildi.
(Ayakkabı kutusu sanırım Türk insanının evinden bir türlü atamadığı bir nesne. “Gün gelir içine bi şey koyarım” düşücesiyle alınmış, evlerde atıl halde duran yüz binlerce ayakkabı kutusu saklayan vatandaşımızın dramına da bu vesileyle dikkatleri çekmek isterim.)
Ayrıca şüphelinin yakalandığı evde Fethullah Gülen için yazılmış olduğu belirtilen bir şiir bulundu.
İnsan nasıl bir motivasyonla böyle fantastik bir şiir yazar, bunu da yanında taşır bilemiyorum diyemeyeceğim, çünkü Posta’nın şiir bölümünü de düzenli takip ediyorum.
Şüpheli eğer bu şiiri kendisi yazmışsa umarım bu kadar hunharca şiir yazmaktan da ceza alır: “Yürekte bir Sızıntı ile başladık, Zamanla öğrendik, Aksiyon insanı olmayı, Yeni Ümitlerimizle yağdırdık Yağmurları ve sonunda yeşerdi Goncalar”
Bonus: Şiirin altındaki iki ayrı renkli kalemi tek elle tutarak yapılan (Çok zor ve uzmanlık gerektiren bir tekniktir, sakın evde denemeyin) sanatsal çizgi ve paraf.
Böyle güzel dil kullanımını görünce aklıma hep Türkçe Olimpiyatları geliyor, ne yalan söyleyeyim. Nasıl kandırılacağını bilemeyip bu tuhaf olimpiyatlar için para bile bastırmıştı bizimkiler.
Neyse üstü kalsın.
Aaaa valla kandırıldık!
Koskoca insanları da sabah akşam yememişler, içmemişler paso kandırmışlar… Gerçekten görünce çok üzüldüm. “Allah affetsin” der, yolumuza devam ederiz. Güçlü Türkiye’yi kimse kandırmaya çalışmasın. Çünkü feci kanabiliyoruz.
Kanınca da sonra işte bi takım olumsuzluklar filan. Artık “Millet affetsin”.
Neyse ki “FETÖ’ye karşı cumhurbaşkanı, başbakanken tek başına mücadele etmek zorunda kaldı, bunu da kabul etmek zorundayız” diyen güzel ve iyi yürekli insanlar da var.
İlker Bey’in gelecek yıllardaki vekilliği hayırlı olsun.
Haberin haberinin haberini de yapmak lazım
Bir hemşirenin, yoğun bakımdaki hastaların da kadrajlarında bulunduğu paylaşımları büyük tepki çekti. Bunun haberini yapan Hürriyet’in de fotoğrafı kullanma şekli beni düşündürdü.
İyi ki Hürriyet sosyal medyada böyle paylaşımlar yapmıyor.
Özet: Canısı, yüzünü mozaikleyince hastanın anonimliği saplanmış sayılmıyor.
Bonus: Aynısının duyarsızlığın farklısını T24 de, BirGün de, aklınıza gelecek neredeyse herkes de ayrıca yapmış. Tebrix. (Ben bana düşeni yaptım her şeyi mozaikledim, şimdi bu durumu anlatırken aynı hataya düşmek istemedim haliyle.)
Dönersem Japonca ıslık çal
Bu hafta gördüm. Bir Japon çizgi filminde dönerli bir sahne var.
İzlemediyseniz izleyin, hoşunuza gidecek.
Meraklısına sahne, Shokugeki No Souma adlı, izledikçe insanı acıktıran bir anime/manga serisinden. Japonlar yine yapmış.
Robotun hiç mi canı yok?
Aylar öncesinden insanları heyecanlandıran HBO’nun Game of Thrones’un yerine şimdilik pazar günleri yayınlamaya başladığı dizi Westword’de üç bölümü geride bıraktık.
Evde dizi–film izleyen bir insansanız bir bakın.
Eğer ilk üç bölümü izlediyseniz diziyle ilgili görüşlerimi okuyabilirsiniz, eğer okumak istemiyorsanız, oturun diziyi izleyin, sonra okursunuz.
* Westworld’ün beş sezonluk yol planı yapılmış. Her sezonun finali bile az çok belli olmuş.
* Dizinin orijinali 73 yapımı Yul Brynner filmi. Kel robot fena tersoya bağlıyordu filmde. Bu arada mevzunun yazarı Jurassic Park’ı da yazan abi (Michael Crichton). Bu sefer dinozorlar değil, robotlar deliriyor.
* Dizinin arkasında şu anda dünyada iş yapan ne varsa çeken J.J. Abrams ve Bryan Burk var. İkiliyi dizi olarak ‘Alias’ ve ‘Lost’ gibi nefis başlayıp tüm zamanların en büyük hayalkırıklıkları olarak anılan dizilerle anımsıyoruz.
Abrams izleyiciyi merak ettirip aklını almayı çok seviyor. Ama Lost’taki gibi “Dizideki her şey iki besmele arasındaki zamanmış” durumuna düşmemesi lazım. (Ya düşse de ne olacak sanki?)
* Abrams şimdi adeta Kerimcan Durmaz gibi sabah akşam çalışarak bütün bunların üzerine bir de ‘Star Wars’ ve ‘Star Trek’ serilerini de çekiyor. Maliye peşini bırakmaz bunun.
* Dizide sıkıntılı ve tutarsız birkaç durum var. Birincisi ortamın başındaki genel müdürün (Antoni Hopkins) ve yapay zeka üretiminin başındaki müdürün birbirleriyle henüz net bir şekilde anlaşamaması durumu hakim.
Antoni Hopkins “Yapay zeka değil, düşünebilen robotlar istiyorum” diyor, diğer emmi bunca yıl bütün bu konular konuşulmamışcasına bi takım hareketlere giriyor. Yapay zekayı kastırıyor.
* Ya da söyle bakabiliriz: Milyonlarca dolarlık tesis yaptırmışsın ama hiçbir şeyi test etmemişsin açılmadan. Açıldıktan sonra da paso robotlar arıza veriyor.
Aynı Marmaray gibi. Marmaray da çalışıyor ama bir sürü eksiği, sağdan soldan sarkan kablosu, oradan buradan sızan suyu vardı açılış gününde. Hatta ilk test sürüşünde de bir gecikmeler yaşanmıştı. Yani özetle Marmaray ve Metrobüs kullanıyorsanız Westworld’ü de sevebilirsiniz.
Bu arada dizinin yapımı sırasında ‘Fallout’ ve ‘Red Dead Redemption’ gibi oyunlardan da etkilenmişler, hatta bazı bölümleri birebir almışlar. Sonuçta bilgisayar oyunlarının çoğunun senaryosu çoğu filme ve diziye tur bindiriyor günümüzde.
Bu da Fallout’taki robotların yapım sürecinin videosu. Westworld’dekiyle aynı.
Özgürlüklere ne gerek var?
Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 180 ülke arasında 151. sıradayız.
Yani şimdi ilk 20’de olsak ne değişecek, ilk 30’da olsak ne değişecek? Gazete, dergi okunmuyor satmıyor. Sabahtan akşama en çok giden şey saçma sapan yarışmalı sosyal deney şovları.
Eski Bu Tarz Benim’leri bile mumla arar olduk. Tv’de kalite yerlerde sürünüyor (Bunu diyen adamın Bu Tarz Benim’le İşte Benim Stilim’in tüm sezonlarını manyakça izlemesi de tam bir cehape zihniyeti).
Diziler mozaik dolu. Çünkü dizide Ferrari araba görünce hemen gidip Ferrari almak istiyor insanlarımız, alamayınca da kendilerini 1-2 ya da 3. köprüden atmaya çalışıyorlar.
Mesela en son şu Rüzgar Çetin olayından sonra haberlerde ben aracı gör, bi tutul buna. Hemen Porş almaya kalktım, baktım olacak gibi değilmiş.
Ama dükkanın önüne kadar gittim. Çok güzel araba. Kaza yapsan da sana bi şey olmuyo…
Sansür, mozaik ve nefret sosyal hayatlarımızı ele geçirmiş durumda. Kimsenin de hiçbir şeye tahammülü yok. O yüzden basın özgürlüğüne de çok gerek yok aslında. Porş 911 bana yeter.
Bu arada Venedik Komisyonu, Türkiye’de parlamenterlerin yasama dokunulmazlığı konusunda mayıs ayında yapılan anayasa değişikliğini “Avrupa hukuk normlarına aykırı” bulup, geri çekilmesini istedi.
Çeker miyiz dersiniz?
“Ay şimdi hiç çekemem valla!” diye açıklama bekliyorum başbakandan.
Muhtarlarla dans
Biliyorsunuz artık muhtarlar bir yıldır sürekli gidip ‘Aksaray’da konuşma dinliyorlar. Bildikleri, bilmedikleri, fikir sahibi oldukları ya da olmadıkları bir çok konuda bu konuşmalarda aydınlatılıyor ve bilgi sahibi oluyorlar.
Bu sayede adeta her muhtar en az bir kez sürümünü güncelliyor, kendini geliştiriyor.
Yalnız bazen muhtarların da kafası karışabiliyor. Çünkü bu güncellemeler birbiriyle tutmamaya başlıyor.
En son geçen günkü muhtarlar toplantısında sekiz dakika içinde birbiriyle tutarsız iki farklı güncelleme altında kaldılar.
Olay şu: Irak’ta yaşananlarla ilgili mezhepçiliği eleştirerek kendisinin mezhepçi olmadığını belirten Erdoğan, bu açıklamadan 8 dakika sonra “Bağdat yönetimi önce kendi ordusunun mezhebi yapısını lütfen kalksın da dünyaya açıklasın bakalım. Yüzde kaçıyla hangi mezhepten oluşuyor? Sayın, Maliki’ye başbakanlığım döneminde defalarca söyledim. Nüfusunuzdaki mezhebi oran neyse gelin şu ordunuzu buna göre oluşturun dediğimizde sesini çıkarmayanlar aynen bildiklerini okumaya devam ettiler” diyerek mezhepçiliği onayladı…
Muhtarların kafası çok karışacak.
Westworld’deki robotlara yüklenen işletim sistemi gibi her konuşmada yeni bilgilerle donanan muhtarlar işte böyle durumlar karşısında ne yapmalı? Çünkü gelecek muhtarların elinde. Onları da düşünmek lazım.
Bıyık sever misiniz?
Sizi bilmem, ama ben bıyığa bayılıyorum.
Özellikle güç sahibi erkeklere bıyık çok yakışıyor bence. Ama öyle tek bir bıyık da sevmiyorum, her türlü bıyığa açığım.
Belki artık saçlarım çıkmadığından, belki de yıllardır ekranlarda sürekli bıyıklı adamlar görmekten, bıyığı kendime çok yakın hissediyorum.
İşte bu vesileyle hayatta beni çok etkilemiş bıyıklılardan bir tivit zinciri hazırladım. Aklınıza gelen efsane bıyıklılar varsa, menşın atarak listeye katkıda bulunabilirsiniz.
Ben şimdi bıyıklarıma badem yağı sürmeye gidiyorum. Haftaya görüşürüz.
Hayatta beni çok etkilemiş, ilham aldığım değerli bıyık sahiplerini şu zincirde toplamaya başladım. https://t.co/PmK06ctJ7C
— kaan sezyum (@kaansezyum) October 18, 2016
Gülen gözlerde yaşlar neden?
Çünkü yürek dağlayan bir film var. Pixar’ın son animasyonu.
Ağlamazsanız paranız iade.
Tabii ki sinemamızın büyük duygu ve peçete dostu ismi Çağan Irmak’tan çalmışlar konusunu. Aynı Fassbinder’in ‘Shame’ filmini ‘Issız Adam’dan afurukladığı gibi.
Kapatırken…
Bir arkadaşım vardı “Ne tür müzik seversin genelde?” diye sorduğumda “Ben müzik dinlemem” demişti.
Eğer o değilseniz, aşağıdaki çalma listesine bir bakın. “Undomundo” kod adı adında müzikle uğraşan Mehmet’in seçkisi.
(Ayın 21’inde de Akbank Caz Festivali kapsamında Soul Williams’dan önce Babylon’da çalıyor kendisi)