SELİM BAŞARIR
iletisim@selimbasarir.org
HİKAYE 1:
– Gözleri elâ rengiydi, tıpkı sizin gibi bakıyordu…
– Hım…
– Etkilenmediniz mi? Onu vurdular, çünkü öyle gerekiyordu!..
Bütün bir ülkenin geleceğine yeniden yön verildiği o günün ertesinde ortadan kaybolmuştu. Kaybolanlardan kimileri geri dönmüş, kimilerinin nerede oldukları ise hâlâ bilinmiyordu.
Gümüş, o geri dönebilenler arasından gördüğüm üçüncü kişiydi. Önceki ikisi gibi o da bambaşka bir şikayetle psikoterapi talebinde bulunmuş ve hikaye, önünde sonunda benzer bir noktaya gelmişti…
HİKAYE 2:
Sivil bey, tabancasını kontrol etti. Güçlü, kalın bilekleri olduğu ve iyi eğitim aldığı için büyük kalibreli kurşun atan bir tabanca taşımayı seçmişti. Arazide M16 kullanmayı tercih ediyor, bazı özel durumlar için de arabasının bagajında bir AK47 bulunduruyordu.
Boyayla rengini değiştirdiği saçlarını kontrol etti, en az bir hafta daha idare eder diye düşündü. Hazırdı, kapıdan çıktı, arabasına atladı, hastaneye doğru yol almaya başladı. Görevi, hastaneye en son atanan doktor hakkında istihbarat raporu hazırlamaktı.
– Merhaba sivil bey, konuştuğumuz gibi G3’ü de getirdin mi?
– Getirdim doktor bey, arkadaşlara da sordum, bugün açık saha poligonu boşmuş, rahatça atış yaparız.
– Tamam, ben de izin aldım, bir saat erken çıkacağım, birazdan poligona gideriz.
İçimden, “Şu raporunu yazsa da yakamdan düşse, şimdi tutar yine ızgara ve içki muhabbetine götürüp askerlik anılarımı dinler” diye geçirdim.
HİKAYE 1 :
– Bana verilen görev izlemek ve o kişinin günlük alışkanlıklarını rapor etmekti. Sonrasını arkadaşlar tamamlıyordu!
– Şimdi, o günlere bakınca, ne hissediyorsunuz ve yorumunuz ne?
– İnanmıştık. Onlar düşmandılar..
– Nasıl? Askerlik görevini yapan, mesela komşunuzun oğlu da mı düşmandı?
– Evet. Ya askerliği reddedip bize katılacaktı ya da ölümü göze almış sayılacaktı!
– Peki, o kişiye ne oldu?
– Tanımıyordum, izlerken beni gördü sanırım, gözlerime dimdik baktı. Ertesi gün, kahvehanede otururken vurdular…
– Sonrasında ne düşündünüz?
– Benim görevim erkete yapmaktı.
– Yorumunuzu sormuştum?
– Kullanıldık ve kimin bizi kullandığını hiç anlayamadık..
HİKAYE 2:
Poligona vardık, bana tüfeği uzattı. G3’ün nişangah ayarı silahı kullanana göre yapılmıştı, ilk iki ıskalamadan sonra ayarı kendime göre hesaplayıp, hedefte dizili şişeleri vurmaya başladım. Sivil bey bana hava atmak için, daha uzak mesafedeki hedefleri vurdu ve boy ölçüşmemiz sonlandı.
Cansız hedeflere yapılan atışları bir meditasyon gibi algılardım, sivil beyin canlı vurduğu sıradaki coşkusunu anlatışını ise dişlerimi sıkarak dinledim…
HİKAYE 1:
– Peki “içeriden” bahsetmek ister miydiniz?
– Hepimize aynı zorluklar yaşatıldı, tek tek alıp götürüyor, sonra getiriyorlardı. Dayanabilmek için hep birlikte marş söylüyorduk. Bir şey öğrenmek için değildi yaptıkları, hepimizi ve neler yaptığımızı zaten biliyorlardı. Amaçları bir korku rejimi yaratmaktı. Ne garip değil mi, sözde terörizmi yok etmek için gelenler bir terör devleti yarattılar!
Bir defasında bir tanesi diğerine, yanlışlıkla asıl adıyla seslendi; ‘Sivil bey‘. O adı ve sesinin tonunu hiç unutmadım, Çünkü o en acımasızıydı..
İki sene önce bir eski dava arkadaşım telefon açtı: “Gümüş, bilmek istersin, ‘Sivil bey’ vardı ya, dağda mayına basmış..”
HİKAYE 2:
Sivil bey sanırım raporunu tamamlamıştı. Bir gece eşi ile hastaneye geldi, nöbetçiydim. Nöbetçi idari ekibin oturma salonuna buyur ettim, eşinin bir ilacı hakkında fikir sormakla başlayan sohbet ilerledi, laf lafı açtı ve sonunda Sivil bey tabancasını çıkardı, sola eğip yatay tuttu, şık bir hareketle seri olarak mermi sürme hareketini yapınca, önceden namluya sürülü mermi havaya fırladı, yakalayıp çaylarımızın durduğu sehpaya dik olarak koydu: “Unutmayın doktor bey, aslında değeriniz bunun kadar...”
Cevabım kısaydı: “Canın sağ olsun…”
Sonra bir daha ondan haber almadım. Ta ki bir danışanım ona çok benzeyen birisinden bahsedene dek…