H. AYHAN TİNİN
Sanat da var/Tiyatro
insanatinart@gmail.com
Kimse hatırlamazsa ben hatırlarım.
Bir çay takımı uğruna altı ay hapis yatan tiyatro sanatçısı da bu topraklarındır.
Büyük Millet Meclisi’nden adına özel af kanunu çıkartılan tiyatro sanatçısı da…
Başeğmezliğini İzmirli olmasından almıştı belki… Kültürünü ve bilgisini ise çok kişinin kapısından dahi geçemediği okullarda başarıyla okumasından. Fransızca, İngilizce ve Almanca biliyordu. Ama çok uluslu bir şirkete çalışmaya girmedi. Sanata kaptırdı gönlünü…
Cumhuriyet çocuğuydu. Bir yıl sonra doğdu Cumhuriyet ilanından.
Aristofanes milattan 500 yıl önce yazdı. Suçu Lale’ye kaldı. Daha yedi yaşındayken piyano çalıyordu. Aynı zamanda yüzme şampiyonuydu. Hatta gülle atmada dereceleri vardı. Nerden düşmüştü şu tiyatro aşkına?
‘50 İlk Öpücük’ filmindeki Lucy gibi, sürekli hafızasını yitirip bir gün önce ne yaşadığını unutan bir toplumda aydın ve sanatçı olmaktı kaderi.
En büyük ortak paydamız unutmak.
En kolay yaptığımız unutmak.
En büyük zaafımız hatırlamamak.
En büyük hastalığımız unuttuğumuzu unutmak.
Kimleri unutmadık ki!
Lale Oraloğlu’nu kimse hatırlamazsa ben hatırlarım!
Aristofanes’in ‘Lysistrata‘ oyunu ‘Kadınlar I-Ih’derse’ diye uyarlayıp oynamıştı. Azra Erhat’ın çevirisiydi. Oyun müstehcen bulundu yasaklandı. Sonra Müjde Ar ile Şener Şen oynadı sinemada ‘Şalvar Davası‘ diye… Film çok komik bulundu sabah akşam televizyonlarda gösterildi.
Hem trajedimiz hem komedyamızdı bu…
Lale Oraloğlu hemen mağlubiyeti kabul edecek biri değildi. Kolay mı? 60’larda perde açtığı tiyatrosunun üçüncü zilini 43 yıl boyunca susturmamıştı. Susmadı! Oyun yasaklanınca açlık grevine başladı. Galatasaray kız kürek takımının da kaptanlığını yapmış, İstanbul ve Türkiye şampiyonu olmuştu. Kazanmak için direnmek ne demek biliyordu. Yasak kararının arkasından tiyatrosunun sahnesinde başladı açlık grevi… Seyirciler her gün kapıya gelip notlar bırakıyor, desteklerini belirtiyorlardı.
Aslında öyle isyankar filan değildi. Kendi halinde, kendi tiyatrosunu yaşatmaya çalışan, yeteneklerini sanatın ve toplumu kültürel olarak yükseltmenin emrine veren, kelimenin tam anlamıyla Edirne’den Ardahan’a kadar tiyatroyu halkın ayağına götüren bir sanatçıydı. Dönemin İstanbul valisi Vefa Poyraz’a siyah bir kurdeleyle paketlenmiş Aristofanes kitaplarını hediye etti.
Açlığın 5. gününde iyice güçten düştü ve vasiyetini yazdırdı. “Bu uğurda can vermeye hazırım ve dayanabildiğim kadar dayanacağım. Haklı olduğumuz elbette anlaşılacaktır. Ama o zaman ben ölürsem bu eseri tekrar sahneye koyun ve oynayın. Benim oynadığım rol de Lale Belkıs’a verilsin.”
Altı üstü sahnede insanlara, insanlığın halini gösteriyordu. “Düşünün” diyordu. “Savaşlar bitsin” diyordu.
Sonra yeni bir bilirkişi oluşturuldu ve oyun beraat etti.
Kimse hatırlamazsa ben hatırlarım!
Yarın 15 Ocak Lale Oraloğlu’nun ölüm yıldönümü.
Bakalım bu hafta hangi sahne perdesini açarken anımsayacak.
Hüzünlerle yaraları dağlanmış bu değerli sanatçının bir seslendirme sonrası, beyin kanamasıyla aramızdan ayrıldığını, Doğu Beyazıt’da sokakta bir işportacıdan aldığı çay takımı için altı ay hapis yattığını, hapishane anılarını ‘Kadınlar Koğuşu’ diye oyunlaştırdığını, hayatla hiçbir anlaşmaya yanaşmadan bildiği gibi yaşadığını, yıllarca gazetecilik-yazarlık yaptığını, senaryo yazdığını, yönetmenlik yaptığını, kozasını ördükçe hayat onun bir kelebek olduğunu; kim hatırlayacak?
Tiyatro sanatçıları sahnede doğar, her akşam perde kapanırken bir kez ölürler.
O büyülü saatler sona erdiğinde ödenecek faturalar, salon kiraları, oyuncu maaşları, telif ücretleri ve daha nice zorunluluklarla baş başa kalırlar.
Sonra yeni oyun, provalar, kostümler, turneler ve sahne… Her gün açılırken perde yeniden doğarlar… Seyirci bile acımasızdır çoğu kez ‘şöyle komik bir şey izlemek‘ isterler. Vasatın gişeye tahakkümüdür bu…
Unutkanız. Unutuyoruz. Unutacağız. Unuttukça bütün unuttuklarımızı yeniden yaşayacağız. Sisyphos’un laneti gibi, bitti zannettiğimiz yerden başlayacak.
Kimse hatırlamazsa…