
H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / Tiyatro
Yıldız Kenter’i kaybı…
Hayır. Bu kalemin gücü bu cümleyi tamamlamaya yetmez!
Yıldız Kenter’i yeniden bulduk ve sımsıkı sarıldık.
Ömrünce bilgisiyle aydınlattı.
Sahnede duygusuyla anlam kattı.
Bulutlara yükseldi. Sanatı, tiyatroyu, sanatçıyı, boşa geçmemiş bir ömrün ne demek olduğunu tekrar anımsattı.
Türk Tiyatrosu’nun Kibele’si veda ediyor.
Hepimiz onun binlerce memesinden süt emerek büyüdük. Sahnede durmayı, konuşmayı, nefes almayı, hareket etmeyi, kelimelerine sahip olmayı, hatta seyirci olmayı, oyunu doğru izlemeyi; her şeye rağmen ‘Sanat ve Tiyatro’ diyebilmeyi, Yıldız ‘Hanım’ öğretti.
Sahne adabını, perdeye saygıyı, seyirciye sevgiyi; en sevgilisi annesini toprağa verip, matine-suare oyun oynarken acısını içine gömmeyi…
Kenter Tiyatrosu’nun yeni kurulduğu yıllar… Bir bankadan borç alınmış neredeyse durmamacasına oyun sahneye koyuyorlar, fakat borcun faizini ödemeye bile yetişemiyorlar. Bir gün banka binalarına
borca karşılık haciz koyuyor. Nereye başvurulsa eli boş dönüyorlar. Son çare dönemin başbakanı Süleyman Demirel’in özel kalemini arayıp randevu istiyor Yıldız Hanım… Demirel’den birkaç dakika
içinde yanıt geliyor: “Yıldız Kenter’in randevuya ihtiyacı yoktur. İstediği zaman gelebilirler.” Sorun kısa sürede çözülüyor tabii…
İşadamı, politikacıya güzel görünmeye çalışınca çirkinleşiyor. Siyasetçi, sanatçıya saygı ve sevgi duydukça güzelleşiyor.
20’li yaşlarımızı sürdüğümüz yıllar… Şimdi olgunluk çağlarını yaşayan birkaç konservatuar öğrencisi arkadaşımızla Kenter Tiyatrosu gişesine gidiyoruz. ‘Ben Anadolu’ oyununda harikalar yaratan, ödül üstüne ödül alan bir Yıldız Kenter var sahnede… Ayrıcalıklıyız. Gişeye ‘Yıldız Hanım’ın öğrencileriyiz’ diyoruz. Az sonra her oyunda olduğu gibi merdivenlerde tek sıra yerimizi alıyoruz! Kibele sahnede… Oyun ilerledikçe Yıldız Kenter binlerce yıllık Anadolu’nun sesiyle, nefesiyle sahnede büyüyor; biz oturduğumuz yerde küçüldükçe küçülüyoruz!
O Anadolu’nun nehirleri gibi çağlıyor, biz dere kenarındaki sazlar gibi boynumuzu büküyoruz.
Kibele’yi tiyatro sahnesinde gördükçe, o sahneye çıkmaktan, Yıldız Hanım’a mahcup olmaktan korkuyoruz.
Oyundan sonra kulise gidiyoruz. Sahnedeki dev oyuncu o sıcacık gülümsemesiyle hepimizi öpüyor…
Yıldız Kenter’i yeniden hatırladık.
Yıldız Hocamız, hatırlamaya ihtiyacımız olan her şey…
Bilgilerimiz…
İlkelerimiz…
Değerlerimiz…
Duygularımız…
Sahne saygımız…
Çalışma disiplinimiz…
Sanat ve tiyatro tutkumuz…
Bir senfoni, sert bir rüzgâr, bir perde hışırtısı… Martı, Çehov, Turgenyev, Konken Partisi, Maria Callas…
Söz Yıldız Hanım’ın: “Onlarca kadın var özgeçmişimde… Hangi birini söyleyeyim? Hepsi de benim. Babamın ölümünde dökemediğim gözyaşlarımı Pembe Kadın’da döktüm desem… Antigone, Nina ağladı anne için, Nedim ağbi için… Çocukluğumun yoksulluğa isyanını, çocukluğumun minicik özlemlerini Çöl Faresi’inde dile getirdim… Aldatılmanın, terk edilmenin, aşağılanmanın acısını, sonra başarının o garip, o buruk yalnızlığını Maria Callas’da haykırdım desem… Anlar mısınız? Ben oyucuyum… Yok başka kimliğim…”*
‘Hep Aşk Vardı’ diye anlatıyor… Her şeyi anlatıyor, gizlisi saklısı yok Yıldız Hanım’ın; hocaların hocası hayata tuttuğu aynayı kendi hayatına çeviriyor. O bizim de hayatımız.
“Ne koşullarda oynadım ben… Şimdi mi oynamayacağım! SEYİRCİ VAR MI? SEYİRCİ… Sen onu söyle…”*
Yıldız Hanım… Yıldız hocamız… Kibele!
Şimdi uzaklarda olsa da gölgesi hep üzerimizde…
*Yıldız Kenter’in öz yaşam öyküsünü anlatıp oyunlaştırdığı ‘Hep Aşk Vardı’ oyun metninden alınmıştır.