İktidara karşı olanları milli olmamakla suçlamanın, AKP’ye oy vermeyen muhafazakârları da “münafıklıkla” suçlamaya kadar vardırılması ciddi bir tepki yarattı. Bunları dengelemek için, seçim manifestosunda normalleşme ve yumuşama mesajları olacağı söyleniyordu. Fakat Erdoğan, sadece “balkon konuşmalarını biz siyasete kazandırdık” demekten daha geniş bir açılımın işaretini vermedi.
Bütün muhalefeti “şer ittifakı” suçlamasıyla ötekileştirme çok erken başlanan ve talebi doymuş bir argüman haline geldi. Bu yüzden, Erdoğan biraz da zorlanarak “bizi desteklememiş olan fikirlerin özgürlüğü bile bize emanettir” dedi. Ama hemen peşine sınırlarını kendisinin çizdiği, yerli ve milli, milletin ve ülkenin çıkarına olma koşullarını koyarak.
Muhalefetin haklı olarak gündeme getirdiği, bütün adaylar için eşit olmayan yarışma koşulları, AKP’nin İstanbul il kongresi için TV kanallarının yaptığı özel yayınlarla çok çarpıcı biçimde ortaya kondu. Erdoğan’ın, “davasının kuruluş felsefesini dayandırdığı adalet” meselesine bu noktadan yaklaşılmadığı, hatta bu durumun “hak” olarak görüldüğü de ortada.