KADRİ GÜRSEL
@kadrigursel
kadrigursel@diken.com.tr
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Diyarbakır, Mardin ve Van’ın seçilmiş belediye başkanlarını görevden aldırıp yerlerine bu illerin valilerini kayyım olarak tayin ettirmeden yedi ay önce bakın ne demişti: “Ben demokrasiyi bugüne kadar şöyle tanıdım; 40 yıllık siyasi geçmişim var. 40 yıllık siyasi geçmişimde sandıktan çıkana saygı duyacaksınız. Sandıktan çıkana eğer saygı duymuyorsanız bunun adı demokrasi değildir. Bu totaliter bir zihniyettir, totaliter bir yapıdır, anlayıştır.”
Erdoğan, 24 Ocak 2019’da Ankara’da, Malta Cumhurbaşkanı Marie-Louise Coleiro Preca ile birlikte düzenlediği basın toplantısında bir Türk medya mensubunun sorusu üzerine söylemişti ‘sandıktan çıkana saygı duymamanın totaliter bir anlayış olduğunu’…
Soru, Venezuela’daki kriz hakkındaki görüşleri ve kendisinin ülkedeki iç karışıklık münasebetiyle Devlet Başkanı Nicolas Maduro ile yaptığı telefon görüşmesinin içeriği hakkındaydı.
Erdoğan’ın “Sandıktan çıkana saygı duymuyorsanız, bunun adı demokrasi değildir” dediği sırada, doğu ve güneydoğu Anadolu’daki toplam 94 belediyede sandıktan çıkmış başkanlar değil, iktidarın atadığı kayyımlar görev yapmaktaydı. 15 Temmuz 2016 başarısız darbe girişimini izleyen olağanüstü hal döneminde, o zamanki adıyla Demokratik Bölgeler Partisi’nden (DBP) seçilmiş belediye başkanları PKK’yla ilişkili çeşitli terörizm suçlamaları gerekçe gösterilerek görevlerinden alınmıştı. Kayyım atanan belediyeler arasında üçü büyükşehir olmak üzere 10 il belediyesi de vardı. Bu sırada, belediyelerine kayyım atanan DBP’li toplam 93 il, ilçe ve belde belediye eş başkanı da terörizm suçlamalarıyla tutuklanmıştı.
Erdoğan’ın Ocak 2019’da “Sandıktan çıkana saygı duymamak totaliterliktir” demesinin bir ay öncesinde 50 belediye başkanı cezaevinde bulunuyordu. OHAL döneminde, yine sandıktan çıkmış 16 HDP milletvekili hapse konulmuştu. Erdoğan’ın ‘sandıktan çıkana saygı’ hakkındaki görüşlerini ifade etmesinden bir ay evvel, Aralık 2018’de, bu milletvekillerinden dokuzu hapisteydi.
HDP tabanı 31 Mart yerel seçimlerine, iktidarın sandıktan çıkanlara layık gördüğü bu muamelenin yarattığı derin mağduriyet duygusu ile gitti. HDP’nin kayyım atanan 93 il ve ilçe belediyesinden 50’sinde seçimi kazanmasında mağduriyetin tetiklediği motivasyon büyük rol oynadı.
31 Mart yerel seçimleri öncesinde iktidarın sözcüleri, doğu ve güneydoğu Anadolu’daki seçmenleri ve adayları defalarca kayyımla tehdit etmişlerdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, konu Venezuela olunca ‘sandıktan çıkana saygı duymak’tan söz etmesinin üzerinden bir ay geçtikten sonra, 25 Şubat 2019’da Yozgat’taki seçim mitinginde şunları söylemişti: “Şimdi diyorlar ki ‘Kayyım atanan yerleri geri alacağız.’ Benim vatandaşım sana bunları geri almana fırsat veriyorsa bak söylüyorum. Devletin bu belediyelere verdiği imkanları eğer siz Kandil’e gönderecek olursanız veya terörde kullanacak olursanız hemen, anında, hiç beklemeden yine biz kayyumları atarız…”
Erdoğan’a göre sandıktan Maduro çıkarsa saygı duymamak totaliter bir anlayış oluyor.
Peki sandıktan HDP çıkarsa, ‘anında, hiç beklemeden kayyım atamak’tan bahsetmek ne tür bir anlayışı yansıtıyor?
İhmal edilmesin: Türkiye’de seçme ve seçilme hakkının kapsamı yasalarla belirlenmiştir. Yerlerine kayyım atanan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Adnan Selçuk Mızraklı, Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk ve Van Belediye Başkanı Bedia Özgökçe Ertan’ın seçilme yeterlilikleri olmasaydı adaylıkları baştan reddedilirdi, bu bir. İkincisi, ‘devletin belediyelere verdiği imkanların terörde kullanıldığını’ tespit etmek de bağımsız ve tarafsız yargının işi olmalıydı ama günümüz Türkiye’sinde bu maalesef mümkün değil. Yürütme erki yargının bu yetkisini üzerine almış ve yargıyı da kendisine bağlamıştır.
Dolayısıyla Diyarbakır, Mardin ve Van’ın HDP’li belediye başkanlarının görevlerinden alınıp yerlerine bu illerdeki valilerin kayyım olarak atanması, halkın iradesini hiçe sayan, fevkalade keyfi bir davranış olmaktan başka bir durumu işaret edemiyor.
Mezkur Venezuela beyanatından bir gün sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu kez Erzurum’da, “Kayyımlar tarafından yönetilen yerleri, AK Parti belediyeciliğiyle buluşturmak boynumuzun borcudur” demişti.
Bu iş günümüzün Türkiye’sinde nasıl mümkün olabilirdi?
Mesela Diyarbakır’da?
Bunun tek koşulu HDP’nin seçimi boykot etmesi olabilirdi. HDP seçmeni sandığa gitmeseydi AKP’nin adayı kazanırdı ama katılım da yüzde 30’lar seviyesinde tahakkuk ederdi.
Böyle bir seçimin sonucu meşru sayılabilir miydi? Meşruiyeti sakatlanmış seçim sandığından çıkan adaya nasıl saygı duyulacaktı?
Tıpkı Venezuela’da olduğu gibi…
Orada Maduro, Mayıs 2018’de yapılan başkanlık seçimini oyların yüzde 67.7’sini alarak kazandı ama katılım oranı yüzde 46’da kaldı. Çünkü muhalefet seçimleri, serbest ve adil olmadığı, sandığa yaygın hile ve yolsuzluk bulaştırıldığı gerekçesiyle boykot etmişti. Venezuela seçimlerini herhangi bir şekilde meşru olarak görmek mümkün değilken, oradaki sandıktan çıkana nasıl saygı duyulacaktı?
İktidarın Kürt seçmene, “İstediğin kadar oy ver HDP’ye, sonunda belediyeler hep benim olacak, nasılsa AKP de kayyım da bana bağlı” diyerek Türkiye’yi getirmek istediği nokta, Venezuela’nın demokrasi kriterleri bakımından şu an bulunduğu içler acısı alçak yer midir?
Öyleyse, bunun bir ön koşulu var…
İktidarın kayyım uygulamaları demokrasinin işlerliğini ortadan kaldırmakta çok etkili olur ama yetmez. Demokratik işlerliğin ilgası için muhalefetin de demokrasiden umudunu tamamen kesmesi gereklidir. Sanırım iktidar, kendisi gibi muhalefet de demokrasiden vazgeçsin istiyor. Vazgeçsin ki seçimleri boykot etsin, katılım oranı yüzde 30’lara düşsün, iktidar da göstermelik hale gelmiş bu seçimleri kazansın…
Mamafih, bu yolla elde edilecek güç, güç değildir. Meşruiyeti yoktur. Bu sandıktan çıkana saygı duyulmaz.
İktidarın erdemsizliği karşısındaki tek engel, muhalefetin demokratik işlerlik hattında mevzilenip direnmesidir.
Mevcut demokratik direnç, iktidarın çaresizliğini ifşa ediyor.
Düşünün: İktidar yerel seçim yapıyor, kaybediyor, kaybettiği belediyeye kayyım atıyor, sonra yeniden yerel seçim yapıyor; muhalefet yine sandığa gidiyor, iktidar yeniden kaybediyor, bir kez daha kayyım atıyor…
Ama bir sonraki seçimde yine kaybedeceği belli.
Bu kısır döngü, bir güç gösterisi olmaktan ziyade çaresizliğin göstergesidir.
Kayyım atamaktan başka yolları kalmamış…
Bu, mecalsizliğin halidir. Kayyımla güç göstermek, güçsüzlüktür.
Bir an için kayyımın ‘zoralım’ yoluyla siyaset etmek olduğunu varsayalım… Malum, muhalefet ittifakı heterojen. Fiili terkibinde ‘Kürtçü’ de var, ‘Türkçü’ de… Murad ederler ki kayyım hamlesine bu ittifakın farklı cenahlarından çelişkili tepkiler gelsin, birileri sussun, bazıları isteksizce kınasın, diğerleri ise sokağa insin. Sonra da birbirlerini suçlasınlar; ittifak çatırdasın.
Bu taktik yakın geçmişte zaten denendi ve tutmadı. İktidar koalisyonunun İstanbul’da 806 bin gibi tarihsel bir fark yiyerek azınlığa düştüğü 23 Haziran’dan sonra, terörizm kaynaklı güvenlik kaygıları en alt düzeyde ve buna karşılık ekonomik krizin neden olduğu sorun algıları açık ara zirvede. Ülke bu haldeyken, kayyım taktiklerinin muhalif seçmenden umulan onayı almasının imkanı yoktur ki millet ittifakını parçalamanın bir zemini olsun.
Yeni bir yol bulsalar ya da bir yol açabilseler, kayyımın çıkmaz yoluna sapmazlardı.