MEHVEŞ EVİN
Son KHK’larla 10 binin üzerinde kamu görevlisi daha atıldı, pasaportları iptal edildi. Rektörlük seçimleri alenen cumhurbaşkanına bağlandı, avukatın müvekkiliyle görüşmesine kısıtlama getirildi.
Her biri ayrı ayrı ayrı insan hakları ihlali olan bu uygulamalar, darbe girişimini fırsata çevirdiğini hiçbir şekilde gizlemeyen iktidarın, bir kısmı beklenen, bir kısmı şoke eden son hamleleri…
Peki bu uygulamaların sonuçlarını ve bundan sonra yaşanacakları hangi medya, nasıl duyuracak?
Malum, 15 Temmuz sonrası kapatılan 100’ün üzerindeki medyaya, bu hafta sonu 15 tanesi daha eklendi…
Aralarında Jinha gibi dünyanın ilk ve tek kadın haber merkezi de var, haber ajansı DİHA da, Kürtçe yayın yapan Azadiya Welat da, 25 yıldır yayımlanan kültür-sanat dergisi Evrensel Kültür de…
Bir önceki balyoz, ağırlıkla TV kanallarına indirilmişti. Bu defa yerele inmişler, tabii öncelikle Kürt halkının takip ettiği Yüksekova Haber, Cizre Postası, Batman Çağdaş gibi önemli yerel gazeteleri.
Sıra, diğer bölgelerde eleştirel yayıncılık yapmakta direnenlere geldi.
31 Ekim sabahına Cumhuriyet gazetesi yönetici ve yazarlarına gözaltı ve soruşturma haberiyle uyanmamız, meselenin darbe girişimi değil, tamamen sindirilmiş, susturulmuş bir medya olduğunun son kanıtı…
Arkadaşlarım, büyüklerim gözaltında.
Neymiş? Cumhuriyet ‘hem FETÖ, hem PKK’ya yardım ediyor’muş!
Suç işleselerdi KHK’ya kalmadan kapatılmışlardı
Medya operasyonlarının dalga dalga büyümesinin asıl sebebi, kişisel husumet…
Bu yayınların siyasi duruşlarına tahammül etmeyerek, rejime bir ‘tehdit’ görerek kapatmak, ev baskınlarıyla gözaltına almak, çok ciddi bir basın özgürlüğü ihlali. Anayasa tamamen rafa kaldırılmış vaziyette.
Oysa söz konusu medya, gerçekten yayınlarıyla suç işlemiş/işliyor olsaydı, devletimiz çoktan ‘önlem’ini almıştı.
Ama belli ki normal şartlar, yasalar bu yayınları tamamen susturmaya yetmedi. Yoksa neden OHAL’i kalkan yapıp kapılarına mühür vursunlar?
Vatandaşın sorması gereken soru, neden bu yayınların hedef alındığı… Bu yayınların yokluğunun, baskılanmasının sonuçlarının ne olabileceği…
Tam da Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi eş başkanlarının gözaltında tutulduğu; sadece Diyarbakır’da değil, Gaziantep’ten Elazığ’a kadar uzanan keyfi internet kesintilerinin hayatı felç ettiği bir ortamda, yerel yayınların da susturulması, tek bir gerçeğe işaret ediyor: Rejim, uygulamaların kanunlara aykırı olduğunun farkında ve tepkileri mümkün olduğunca gizlemek istiyor.
Ancak ellerinde KHK’lar, parmaklarının ucundaki şalterlere dokunur ve o gülünç mühürleri yayınların kapılarına asarken kendilerini güçlü hissediyorlar.
Demokrasinin işlediği, vatandaşların özgürce seçim ve haklarını savunabildiği bir ortamda bunların hiçbirini yapamazlar.
Kendilerini çok çaresiz hissediyor olmalılar
Dışarıdan bakınca, bu kadar baskı uygulayan, güçlü gibi görünüyor. Oysa tam tersi sözkonusu:
Kendilerini çok çaresiz, çok güçsüz hissediyor olmalılar ki yerel gazetelerden Kürtçe çizgi film kanalına, kültür dergilerinden sadece kadınların çalıştığı haber ajanslarına, hepsinin varlığından korkup zorla susturmayı deniyorlar.
Son dönemdeki medya kapamaları ve baskıları, ‘başkanlık’ ısrarı gibi makro siyasetle üzerinden yorumlanıyor. Oysa bu yayınların kapatılması, basılması sadece rejimin kendisine muhalefet, eleştiri getirenlere yönelik bir susturma harekatı olmakla kalmıyor…
İşçi cinayetlerinden kadınların yaşadığı sorunlara…
Sokaktaki kanalizasyon sızıntısından usulsüzce dağıtılan ihalelerine…
Zehirli hava solumaktan eğitim sistemine yerleştirilen dinci anlayışa…
Toplanan vergilerden tutun, çetelerle yapılan anlaşmalara…
Ve Irak’ta, Suriye’de girilen batakta neler olduğuna/olacağına…
Kısacası, hayatın her alanını ilgilendiren, halkın her konudaki haber alma hakkına yönelik topyekun bir harekat bu.
Asıl korkması gerekenler
Hatırlarsanız ‘OHAL’siz geçen son kış, Diyarbakır, Cizre, Nusaybin’de yaşananların tüm engellemelere rağmen tüm dünyaya duyuranlar, bugün hedef alınan gazetecilerdi.
Basın tarihinde çok önemli bir yere sahip olan, gazeteciliğin en önemli okullarından sayılan Cumhuriyet, TIR skandalını tüm dünyaya duyurdu.
Yazarlarıyla, manşetleriyle eleştirel bir gazete olmayı tüm baskılara rağmen sürdürdü. Pazartesi günkü manşeti bile tek başına her şey anlatmıyor mu: Darbe yine muhaliflere!
Kürtlerden sonra muhaliflerin ses tellerini tek tek keserek acaba ne yapmak istiyorlar, bir düşünün…
Bu baskıların yaratacağı siyasi, sosyal, ekonomik dalgaları bir düşünün…
Savaşın ve şiddetin alev alev yayıldığı bir dönemde, neden eleştirel durabilen medyaya karartma uygulanır, bir düşünün…
Bu kaosun ortasında kimse ‘birbirini yiyerek’ kurtulamayacak. ‘Numune’lik birkaç ulusalcı/çeyrek muhalif yayın rahat bırakılacak ki ‘Bakın bizde basın özgürlüğü var’ diyebilsinler.
Her şeye rağmen, bunlar nafile çabalar. Tarih, çok daha kötü koşullarda, yeraltında çalışarak halka haber ulaştıranların hikayeleriyle dolu. 21. yüzyıldayız; habere ulaşmanın da iletmenin yolları elbet bulunur.
Asıl dertlenmesi, korkması gerekenler, tarihe adlarını zalim, diktatör olarak yazdıranlar.