
H. Ayhan Tinin / Sanat da var / Tiyatro
insanatinart@gmail.com
Bir yalnızlık hikâyesi.
Mecidiyeköy Sahnesi’nde Fulya Ülvan; kadınlık halleri üzerinde hayatı sorguluyor.
Yok. Yanıtları vermiyor!
Yaklaşık bir saat 20 dakikalık performans içeriğinden, her seyirci kendi sorularını ayrıştırıp, kendi yanıtlarının ardına düşüyor oyun sonunda…
Kadına şiddetin iyice görünür hale gelmesiyle, bu yıl sahnelerde kadın temalı oyunları epeyce görmeye başladık.
‘Tek Başıma‘ da bu oyunlar arasından sıyrılan, metninden oyunculuğuna izleyeni doyuran bir performans.
Öncelikle oyuncu Fulya Ülvan’dan bahsedelim. Müthiş bir enerjiyle yaklaşık 80 dakika, tek kişilik, tek perde bir oyunda, gözünüzü sahneden ayırmaya izin vermiyor.
Yirmili yaşlarında arkadaşlarıyla yaptığı Avustralya yolculuğunu, orta yaşını geçip hayatı sorguladığı zamanlarda yeniden gerçekleştirmek isteyen Susan’ın hikâyesine, havalimanından başlayarak seyirci de katılıyor.
Sahnede diksiyonu olan, ışığı nereden nasıl alacağını bilen, enstrümanlarını doğru kullanan bir oyuncu var. Önemli mi? Çok! ‘Olması gereken’ bugünlerde az bulunan bir şey haline geldi.
Özellikle oyunculuk ya da performanslarda yer alma kriterlerinin giderek yoksullaştığı, sosyal medyadaki takipçi sayısına indirgendiği günümüzde, doğru oyunculuğu arar olduk.
Mecidiyeköy Sahne’nin deneysel fiziki yapısına uygun olarak Murat Gülmez’in hazırladığı dekor, son derece fonksiyonel, metnin seyirciyi gözlemci konumunda tutmayı amaçlayan anlatısına, güçlü bir katkı sağlıyor.
Tayfun Erarslan oyunu sade ve tertemiz bir biçimde yönetmiş. Oyuncu ile metnin dengesini olması gerektiği gibi düzenlemiş, biri diğerinin önüne geçmiyor.
Kısaca ortak bir üretim olan tiyatronun bütün kasları doğru çalışmış. Işık tasarımından kostüme, sahne amirinden reji asistanına; emeği geçen herkesin eline sağlık.
Oyun, günümüzün modern insanını büyük oranda biçimlendiren, korku duygusu ve kaygı halinin varlığı daha açılış sahnesiyle önümüze bırakıveriyor.
Havalimanı girişinde ifadesiz yüzlü güvenlik talimatları altında çıkartılan kıyafetler, açılan bavullar, anonslarla sürekli; terör, şüpheli paket, tanımadığınız kişiler kavramlarının zihnimize kazındığı yolculuk öncesi halimize, bir saatlik uçuş için yaşadığımız dört saatlik travma durumuna dışardan ürkerek bakmamızı sağlıyor.
Günümüz insanının fiziksel dünyadaki korkularının, nesneleşmiş hali bu havalimanı sahnesi…
Öyle bir korku ki insanın en doğal eylemi konuşmak, iletişimde olmak arzusu bile sakatlanıyor.
Çünkü anonslar sürekli yabancıların tehlikeli olduğunu anımsatıyor.
Şehrin yaşadığı hayatın yalnızlığından bunalan Susan, gençlik günlerinin kaygısızlığı, doğallığı ve heyecanını aramak için çıkıyor bu yolculuğa…
Oysa Heraklitos’un dediği gibi “Aynı suda iki kez yıkanamazsın.”
Ne Susan’ın duyguları ve düşünceleri o yaşlardaki gibi, ne dünya…
Hayat “Boşuna mı geçti” diye sorguluyor Susan… Bunca yıl sonra arkadaşları dağılmış, arkadaşlıkları dağılmış; kadın olmanın getirdiklerini yaşarken korkular zirve yapmış, sevgiler sönüp gitmiş hayatında…
Fulya Ülvan, Susan karakteri üzerinden bir kimlik ve durum zenginliği içinde gezdiriyor bizi…
Oyunun alt metnine bakarken toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı üzerine düşünmeye başlıyorsunuz.
Bu kavram ilk kez 1979 yılında Cedaw sözleşmesiyle gündeme gelmiş.
40 yıl! Biri bize yalan söylüyor! Kral çıplak!
Birileri toplumsal cinsiyet eşitliğini ister gibi görünüp; bir yerlerden bunun ekmeğini yiyip kaçıyor.
Sonra yeni bir kavram atıyorlar önümüze pozitif ayrımcılık. Çelişkisi adında… Bütün ayrımcılıklar negatiftir!
Toplumsal cinsiyet eşitliği için samimiyet görmek istiyoruz. Budur! Kimse sözü dolandırmasın.
‘Tek Başıma‘ oyunu bütün bunları ve daha fazlasını düşünmemize yardım ediyor.
Kadınların tek başına kalmayacağı, insanın yalnız olmayacağı, korkularla hayatımızı sürüklemek yerine sevgiyle üleşebileceğimiz bir dünya istiyoruz. Bugün!