
H. Ayhan Tinin / Sanat da var / Kadın
‘Bir Kadın’ diye imza atmıştı.
George Ohnet’den ‘Volanté’yi Fransızcadan çevirisiyle ilk kez Türkçeye kazandırmıştı. Kendi adını yazamamıştı imza yerine…
Türk edebiyatının iki devi Yakup Kadri ve Reşat Nuri henüz bir yaşındaydı. Takvimler 1890 yılını gösteriyordu.
Bu hafta 25 Kasım, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü… Adını çevirdiği kitaba yazamayan Aliye Hanım’dan yüz on yıl sonra Birleşmiş Milletler böyle bir günü tüm dünyada farkındalık oluşturmak amacıyla gündemine almış…
Yoksa uygarlık o kadar da hızlı ilerlemiyor mu?
Antikitenin demokrasi uygulamalarından, Bizans’tan bu yana binlerce yıl kadınlar toplumda görünmeyen yüzler olmuş ne aydınlanma, ne sanayii devrimi ne yakın dönemler bunu değiştirebilmiş!
Haftanın güzel sürprizi başka yerden geldi. Kadına yönelik baskıları genellikle kadınların kaleminden okumaya alışkınız.
Bu kez karşımıza, dumanı üzerinde, yepyeni yazılmış bir kitap çıktı ‘Toplumsal Cinsiyet Meseleleri Üzerine Derin Muhabbetler’… Üst başlığı daha da derin ‘Berber Dükkânı Sohbetleri’… Üstelik bir erkek yazmış…
Kanadalı kadın hakları savunucusu yazar Margaret Atwood, ”Ben kadınları yüceltmek için değil, erkekler tarafından bir türlü çözülemeyen birkaç noktayı açıklamak için yazıyorum” demişti.
Oysa birçok edebiyat yapıtının, yedinci sanatın, şiirlerin, filmlerin asıl kahramanları kadınlar. Eseri erkekler de üretse kadınlar da… Dramatik yapıların ana ekseninde, çoğu zaman kadınlar var.
Tolstoy’un Anna Karenina’sını unutmak mümkün değil ama Viginia Woolf’un Mrs Dalloway’ini unutmak mümkün mü? Ya Sevgi Soysal’ın Tante Rosa’sı, Rodin’in Camillé’i…
O halde bu hoyrat dünyanın kadınlardan istediği ne?
Erkan Tozluyurt ‘Berber Dükkânı Sohbetleri’ isimli değerli çalışmasında; gündelik yaşam içinde farkına varmadan kadına uygulanan şiddetin sınırları çok etkili bir biçimde çizmiş… Son derece kolay okunan, araştırmalarla desteklenmiş, karşımıza bazen ürküten sayılar çıkartan yapıt, her konu başlığına önce erkek berberinde bir sohbetle başlayıp, oradan derin sosyal ve psikolojik sonuçlara ulaşırken, okuru hayli düşündürüyor.
Fatma Aliye Hanım’ın zevci Faik Paşa eşinin gizli gizli(!) roman okuduğunu fark ettiğinde onları yırtıp bir kenara atmış, karı koca birbirlerine hayli uzun zaman kırgın kalmışlardı. 1879 yılıydı… Yüz kırk yıldan fazla geçmiş aradan… Neyin öfkesi hala kadınlara karşı?
‘Berber Dükkânı Sohbetleri’ni bir solukta okuduktan sonra siz de bu soruyu soracaksınız?
Evliliğinden sonra bedenini bir et parçası gibi algılamaya başlayan ve giderek dengeleri bozulan bir kadını anlattığı öyküsüyle, 1970’lerde okur çevrelerini sarsan feminist ve aktivist Margaret Atwood ”Sonunda bir tek ırka, insan ırkına ait olduğumuzu anlayacağımız günlerin geleceğine inanıyorum” diyor.
Ben inanmıyorum! Ümit ediyorum ama inanamıyorum. İnanmak istiyorum fakat hüzünleniyorum.
Çünkü şiddet ve ayrımı kutsayan bu dünyanın, çaresiz çocukları olarak sürdürüyoruz hayatımızı… Üstelik bunu sorgulamıyoruz da… Yani olabildiğince normalmiş gibi yapıyoruz…
‘Berber Dükkânı Sohbetleri’ndeki konuşmalara baktığımız zaman, bu anormal normalleştirmenin izlerini fark ediyorsunuz.
Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda etkili çalışmalar yapan YANINDAYIZ Derneği’nin de kurucu üyelerinden olan yazar; kadına yönelik erkek şiddetini, iş hayatından ev hayatına kadar farklı toplumsal zeminlerde ele almış… İçinde bulunduğumuz bu anlamlı hafta, erkeklerin kendilerini sorgulaması için önemli bir zaman dilimi…
Fatma Aliye’den Çalıkuşu Feride’ye, Madame Bovary’den Fosforlu Cevriye’ye hayatı yeniden öğrendiğimiz kadınları üzmemeyi, ilişkilerimizi toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında yaşamayı bakalım ne zaman öğreneceğiz?
Akıl ve sanat bize yol göstersin…