
HÜRREM SÖNMEZ
Şilili kadınların bütün dünyaya dalga dalga yayılan eylemi Las Tesis, önceki gün CHP’li kadın milletvekilleri tarafından Meclis’te de tekrarlandı.
Lakin aileden sorumlu bakan Fatma Betül Sayan’ı derinden yaralamış bu eylem. Zira bazı şeyler varmış ki siyasete konu edilemezmiş, gülerek konuşulamazmış, kadın cinayetleri de böyleymiş. Eski kadından sorumlu bakan Betül hanımı, kadınların öldürülmesi değil de ölen kadınlar için Meclis çatısı altında eylem yapılması yaralamış. Tıpkı içişleri bakanının emrindeki polislerin cinayetlere değil ‘Cinayetleri önleyin’ diyen kadınlara müdahale etmesi gibi.
Betül hanımın da bir dönem bakanlık koltuğunda oturduğu hükümetin görev süresi zarfında 2016 yılında 328, 2017 yılında 409, 2018 yılında 440 kadın öldürülmüş. Ama tabii ki bu siyasetin konusu değil, kadın cinayetlerini siyasete alet etmemek lazım!
Daha önce de yoksulluk kaynaklı intiharları siyasete alet etmememiz gerektiği bildirilmişti. Yoksulluk kaynaklı intiharlar siyasetin değil, psikoloji biliminin konusu olmalı; çünkü ekonomide bir bozukluk yok aslında. İntihar edenlerin psikolojisini düzeltmek kâfi.
Kadın cinayetleriyle de siyasetçilerin ilgilenmesi uygun düşmüyor olsa gerek ki Betül hanım siyasete alet edilmemesini istemiş. Eylemleri de eğlence sanıyor olmalı.
Gördüğümüz kadarıyla kadın meselesi yargıyı ve adalet bakanını da çok ilgilendirmiyor. Her kadın cinayetinden sonra müteessir oluyorlar ama kadınlar öldürülmeye devam ediyor.
Şu durumda muhatap Diyanet İşleri Başkanlığı olabilir belki bilemiyorum. Yaratıcı videolar çekerler hiçbir masraftan kaçınmayarak. Hanım çayı getirir, bey alır, dış ses konuşur, “Çay demini iyi almamış diye evde tadınızı kaçırmayın” filan gibi mesajlar verilebilir. Cuma vaazına kadınların öldürülmemesi gerektiği notu eklenir. Kadınlar ölmesin diye hep birlikte dua edilir, siyasetin konusu olmadığına göre ibadetin konusu olabilir.
Adalet Bakanı Abdülhamit Gül 10 Aralık İnsan Hakları gününün dünyanın muhtelif yerlerindeki insan hakları ihlallerinin ve zulmün konuşulduğu son insan hakları günü olmasını temenni etti. Biz de o ülkelerde yaşamadığımız için sevindik içten içe. Bakanın İnsan Hakları Eylem Planı ve muhtelif yargı reformlarını anlattığı sırada Ordu’da öldürülen Ceren Özdemir cinayetine dair iddianameyi okuyordum. Cezanın bir amacı suç işleyen kişinin ıslahı ve yeniden topluma kazandırılmasıdır bilindiği üzere. Ceren Özdemir cinayetine ilişkin iddianameyi okuyunca hayretle gördüm ki bizim aslında son derece insancıl, daima insan hak özgürlüklerinden yana bir infaz rejimimiz varmış!
Gerçi tek başına hayatını sürdüremez, tuvalete dahi gidemez durumda olduğu halde tahliye edilmeyen yaşlılar, doğum yapar yapmaz bebeğiyle birlikte lohusa iken tutuklanan kadınlar, ölüm anına kadar asla serbest bırakılmayan hasta mahpuslar, yüksek güvenlikli cezaevlerinde tutulan siyasetçiler, yazarlar filan olduğunu biliyoruz ülkemizde elbette ama onları kadın katilleri ve çocuk tecavüzcüleriyle bir tutmamak gerekiyor anladığım kadarıyla.
Tehlikeli fikirlere sahip olmak ve bu fikirlerini toplumla paylaşmak suretiyle devlete karşı suç işleyenlerle kadınları öldürenler, çocuklara tecavüz edenler bir olur mu? İlki daha tehlikelidir daima değil mi? O yüzden idarecilerimizin hoşlanmadığı fikirlere sahip kişilerin mutlak surette en ağır koşullarda tutulması gerekir. İkinci gruptakiler münferit hadiselerdir ve bu kişilere azami şefkatle yaklaşılması daha münasiptir. Çünkü ilk gruptan farklı olarak devletini milletini seven, örfüne kültürüne bağlı insanlardan çıkar bunlar çoğunlukla; şeytana uymuş, kader kurbanı olmuşlardır.
Ceren Özdemir’i öldüren sanık, istisna gerçi bu anlamda. Öldürerek mutlu olduğunu söyleyen sanık, iddianamedeki ifadesine göre, madde bağımlısı ve 2005 yılında 13 yaşında bir erkek çocuğu karnından bıçaklamış. Ordu Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan ve hüküm giydiği dava 2006 esaslı, yakalanması biraz zaman almış anlaşılan o ki. Kasten öldürmeye tam teşebbüsten 20 yıl hapis cezasına çarptırılmış. 2018 yılının şubat ayında Rize’de kapalı cezaevinde yatarken açık cezaevine geçmeye hak kazanmış. Ancak açık cezaevine teslim olmayarak firar edip Ordu’ya gelmiş. Sonra yakalanmış ve Eyfirli’de kapalı cezaevine teslim edilmiş. 28 Ekim 2019 tarihinde tekrar açık cezaevine geçmiş. 30 Kasım 2019 tarihinde gece 22.00 sıralarında açık cezaevinden duvardan atlayarak firar etmiş. Sonrası malum… 3 Aralık akşamı Ceren’i evinin kapısında öldürüyor.
Tekrar edeceğim: 2018’in şubat ayında cezaevinden firar eden ve kasten insan öldürmeye tam teşebbüsten mahkum olmuş bir kişi, firarından 1.5 yıl sonra tekrar açık cezaevine geçebiliyor. İki gün sonra duvardan atlayarak kaçıyor ve genç bir kadını bıçaklayarak öldürüyor. Madde bağımlısı olduğuna, psikolojik problemler nedeniyle askerlikten muaf tutulduğuna dair rapor var dosyasında ama fark etmiyor; kimse o raporları okuma ihtiyacı duymaz bu ülkede nasılsa.
Sanığın savcılıktaki ifadesini de okumamaları ihtimaline binaen yazayım: Ceren’den önce takip edip adresini öğrendiği başka bir genç kadın varmış, “Cezaevinden çıktıktan sonra onu öldüreceğim” demiş. Yani üç beş sene sonra yine yarı açık cezaevine geçirilecekse hatırlatmış olalım.
Yanlış anlaşılmak istemem. Cezaların ve koruma tedbirlerinin infazının amacına uygun şekilde, suçla orantılı olmasını ve suçlunun topluma kazandırılmasını savunan taraftayım ama suçlunun ıslahı ve bunun gözlemlenmesi de devletin görevlerindendir. Çünkü devletin yaşam hakkının korunmasına ilişkin yükümlülüğü sadece bu hakkı ihlal etmemekten ibaret değildir, üçüncü kişilere karşı korumayı da kapsar. Yani bu devlet Ceren’in yaşam hakkını korumak zorundaydı, ceza infaz rejimini “Pişman değilim zevk alarak öldürdüm, çıkınca yine birini öldürürüm” diyen birini teşhis ve tedavi edebilecek, o insandan Ceren’i koruyacak biçimde düzenlemek zorundaydı.
Sabah pazarda cumhurbaşkanına hakaret etti diye ihbar edilen yaşlı kadını akşam olmadan gözaltına alabilecek kadar görev bilinci yüksek savcılarımız, Facebook hesabından iktidarı eleştiren gençleri hiç vakit kaybetmeden yakalayabilecek maharette kolluk görevlilerimiz olduğunu biliyoruz bu ülkede. Cezaevinden kaçmış bir cinayet hükümlüsü varken, üç gün boyunca markette hırsızlık yapan, otel görevlisini tehdit eden, bıçak satın alan, silah arayan, veterinere eter soran bir kişi Ordu gibi küçük bir yerde hiç dikkat çekmiyor, birini öldürene kadar yakalanamıyor. Çünkü yakalanması gibi bir zorunluluk hissedilmiyor. Bir insanın hayatı, bu ülke vatandaşlarının hayatı devlet büyüklerinin korunması gereken itibarı kadar önem arz etmiyor.
Sayın adalet bakanı, “Yargı için çok önemli adımlar atacağız, insan hakları alanında eylem planımız var” diyor. Gerçekten yargı için, insan hakları için bir şey yapma iradesinde ise çok geriye gitmeden bu açıklamayı yaptığı gün olan bitene bakabilir. Ceren Özdemir cinayetine ilişkin iddianameyi okuyabilir örneğin, devletin Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamında ‘koruma ve önlem alma yükümlülüğü’ne dair iyi bir hatırlatma olabilir.
Veya Çorlu tren faciasında ölen Oğuz Arda Sel’in dedesini dinleyebilir duruşma sonrası yapılan açıklamada. Torununu kaybetmiş ciğeri yanan bir dede var orada, “Nerede adalet” diye soruyor. Belki Sayın adalet bakanına idarenin eylemlerindeki kusur ve ihmaline ilişkin sorumluluğu üstüne düşünme imkânı sunabilir.
776 gündür tutuklu Osman Kavala’nın yasal dayanak olmaksızın, keyfi bir şekilde özgürlüğünden yoksun bırakıldığına ve derhal serbest bırakılması gerektiğine dair AİHM kararını da okuyabilir elbette.
Yargıya güven oranlarına bakabilir sonra. Neden memlekette polise, savcıya değil de Müge Anlı’ya daha çok güvenildiği sorusunu sorabilir belki kendisine. Sadece bakan değil elbette, o kürsülerde oturan yargıçların, yargının parçası herkesin kendisine dönüp sorması gerekir: “Biz burada neyi müdafaa ediyoruz, kimi temsil ediyoruz?”
Gerçi Betül hanımın uyarısını unutmamak, bunları politikaya konu etmemek gerekiyor. Kadın cinayetleri politik değil, tren faciaları politik değil, ekonomik intiharlar politik değil…
Ya biz yanlış biliyoruz politika nedir, ya da birileri gözümüzün içine baka baka yalan söylüyor ısrarla… Zira Betül hanıma bakacak olursak bu ülkede başımıza gelmiş veya gelecek hiçbir şey politik değil.