Köpekler ölsün denilmiş, insanlar isyan etmiş… Türkiye merhametini bulacak mı?
Soylu bıyık bırakmış, Akşener kırmızıya boyatmış… Bakalım saçlar çıkacak mı?
Varlık barışı, imar affı derken, paralar aklandı, çökenler çöktü, depremlerde onbinler toprak altında kaldı, suçlular suçsuz çıktı, olan ölene oldu. İşte hayatımız.
Yaşamanın hayatta kalmak olduğu bir ülkeden iyi günler dilerim. Gününüz artık nasıl iyi geçecek bilemiyorum. Belki bir top dondurma alabilirsiniz evladınıza, belki yolda yürürken elektriğe kapılıp ölürsünüz, belki bir mafya hesaplaşmasının arasında kalırsınız, belki bir cemaat evinde başınıza bir şeyler gelir… Belki de işleriniz iyi gider. Cinayet işler, salınır; içeri alınır sonra bırakılır; adam döver elinizi kolunuzu sallayarak dolaşırsınız. Belki çakarlı araçlarla yollarda gazlarken havaya sıkarsınız, belki tanesi bin liraya lahmacun yanında konyak içersiniz, belki lüks arabanızda kertenkele müzikleri dinlerken stori atarsınız, belki bir güzellik yapıp güzellik salonunda kara para aklarsınız. Sonuçta burası fırsatlar ve fırsatçılar ülkesi Türkiye. Bizim iki günümüz Finlandiya’nın bir yıllık gündeminden daha yoğun.
Haliyle böyle bir ülkede çocukluktan itibaren yetişen birim vatandaş da bir noktada ülkenin gündeminin radyasyonunu yedikçe acayipleşmeye başlıyor. Bir zamanlar öyle ya da böyle uygulanan kanunlar, hukuk, adalet, giderek yerini hukuksuzluk, adaletsizlik ve “adamına göre muameleye” yerini bırakınca, haliyle vatandaşı da böyle bir ülkede hayatta kalabilmek için artık hayatını “kuralına” göre oynamaya başlıyor. Kuralların olmadığı, saçma sapan bir hayatın sizi beklediği, her günün bir öncekinden daha da karanlık ve zor geçtiği bir yerde, giderek karanlıklaşan bir tünelde, çıkıştan günden güne uzaklaşırken tünelin mağaraya, mağaranın da mezara dönüştüğü bir hayat döngüsü içine giriyoruz ister istemez.