Yeni açılan karpuz sergisi ev sahipliği yaptığımız eğik sahanın tam karşısındaydı. Pazartesi günü çift dingil iki kamyon karpuz gelmişti Adana’dan…
Bu işe herkes gönüllü değildir. Çünkü en az beş metrelik mesafeye atılan karpuzun iyi bir dikkat ve el koordinasyonuyla tutulması gerekir.
Kaleciliğe hiçbir zaman heves etmesem de karpuz indirme konusunda iyi olduğumu bilirdim. Mahallede yenilen karpuzların hatırı sayılır bir kısmına muhakkak elim değmiştir.
Sabahtan başladık, iyi de çalışmışız, belli ki o iki kamyonu güneş tepeye çıkmadan devirmişiz sergiye. Ödülü üç beş kuruş harçlık, bir iki kırık karpuz.
Akşama maç var…
Yorulduğumu bilmeden maç saatini beklemeye başladım ama beklemek sıktı beni, o sıcakta evde oturacak değildim.
Kadrodaki diğer arkadaşlar yukarı mahallede kurulan pazarda tornetle zerzevat taşıyalım önerisinde bulundular, “Bakın akşama maç var yorulmayalım” dedim ama dinletemedim. Para da tatlı, bir tarafım da onlar gibi düşünürmüş. Beklemeden gazladık kasalı tornetlerimizi.
Güneş bu sefer tepemizdeydi. Kocalarından kavga dövüş kopardıkları ev harçlıklarını haftalık kurulan pazarlardaki zerzevatlara yatıran teyzelerin yorucu pazar çıkışında gözlerine gülümsemeyi sevdikleri çocuklardık. Çünkü kasalı tornetlerimiz vardı. Akşama kadar kaç sefer yaptığımı bilmiyorum. Bildiğim, “Yeter,” dediğim de ağzımın yorgunlıktan ayrıldığıydı. Ödülü üç beş kuruş harçlık bir sürü çürük meyve. Biz de yedik.
Kaledeki Zoff geri kalanı Rossi
Güneş tepemizden yanımıza doğru eğildiğinde maç saatinin geldiğini hatırlattı Zico Hayri…
Normal dizilişte çalım yeteneği ve gol vuruşu üst seviyede olan Hayri ile birlikte Hasan Serginho ve Junior Ali her zaman en önde oynardı. Onun hemen arkasında Eder Remzi, Falcao Fahrettin, Cerezo Kazım, Luisinho Kamil, Oscar Şaban, Leandro İbo bir de ben Socrates karışık oynardık; hem defans hem orta saha.
Kaleye Perez geçmezdi hiçbir zaman, varsa yoksa Mayer. “Ben çerez olmam” deyip ayak direyen Ethem’i bu maç çok önemli deyip kandırdık bu seferlik. Aşağı mahallenin çocukları karşımıza geçtiklerinde anladık ki onların kadrosu sadece kaledeki Zoff geri kalanı Rossi’ydi.
Ev sahibi olmanın avantajı sahamızın enine eğik olmasıydı. Üstelik eğimin bittiği yerde yol çalışması yapan dozerin onu taşıyacak kamyona yüklenebilmesi için yaptığı rampayı bir türlü kapatamamıştık. Hal böyle olunca oraya sıkışan oyunu her babayiğit açamıyordu.
Sürekli oynadığımızdan biliyorduk nasıl geçebileceğimizi. İşin hilesi ilk yarıda bu toprak yığını hangi kaleye yakınsa onu almaktı. Yazı turada kaybettik hakkımızı. İkinci yarı bizi çok kötü zorlayacaktı. Uyanık çıktı İtalyanlar, çünkü kalecileri Zoff geri kalanı Rossi’ydi.
Topun Alamancılardan geldiği belliydi
Bütün oyuncuları vicdanları kaç hokka çekerse o kadar hakem yaptık. O zaman yoktu ama sadece kaleciler çizgi hakemi oldu. Mahallemizin iyi bir futbol topu vardı ama kadroya giremeyen sahibi sahada kendi topunun dolanmasına tahammül edemiyordu. Kadroya almamıştık çünkü sahibi Rummenige’ydi.
Bakkaldan filesi taze sıyrılmış aldığımız plastik top da konuk takım tarafından pek itibar görmeyince kendilerinin getirdiği plastiği ayakkabı köselesinden daha sert bir topla başlayacaktık. Topun Alamancılardan geldiği belliydi. Sahibi zorla İtalyan uyruğuna geçirilip kadroya dahil edilmişti.
Saha çizgileri gönüllerde çizili olduğundan orta alandan bir yerde hava atışıyla başladık oyuna. Çok iyi oynuyorduk. Ayak içi, ayak üstü paslar, fuleli çalımlar, aşırtmalar, kıvrak vücut hareketleri, hasılı top oynamıyorduk resmen dans ediyorduk.
Futbolda adaletin başka türlü işlediğini söyler hep yenilenler
Karşı takım bizim topla yaptığımız şeyin tam olarak ne olduğunu anlamadan üç dört kere indik kalelerine ancak o meşum Alman plastiği bir türlü girmek bilmedi kaleye. Rakip oyuncuların ayakkabıları birer çivi olmuş çakılmıştı sanki kendi sahalarına. Oynuyor da oynuyorduk.
Ama futbolda adaletin başka türlü işlediğini söyler hep yenilenler. Ayaklarındaki çivilerden ilk kurtuldukları anda Rossi’nin biri soldan ortaladı, bir diğer Rossi kalenin sağından kafayı vurmuştu. Henüz 5. dakikadaydık. Dert etmedik, zaten oynadığımız oyundan moralimizin bozulmayacağı anlaşılıyordu. Oyunumuza devam etmeliydik.
Dakikalar 12 yi gösterdiğinde Zico Hayri’yle ceza alanının rakibe göre sol tarafında yaptığımız paslaşmadan umulmadık bir gol pozisyonu doğdu. Uzun boyumdan beklenmeyecek çabuklukla içeri girip Zoff’un sert bakışlarına maruz kalan topu sol tarafından ağlara gönderdim…
O kocaman kollarımı açtığımda bütün takım arkadaşlarımı kucaklayabiliyordum. Sadece onları değil sanki bütün dünyayı sarmalıyordum.
Bu golden sonra İtalyanlar da hareketlendi ancak gene de iyi olan bizdik. İyi atak yapıyorduk ama defansımız hızlı çıkışlarda hata yapıyordu. Kendi yarı sahamızda paslaşırken aradan çıkan Rossilerden biri ikramımızı geri çevirmedi ve 25. dakikada İtalyanları 2-1 öne geçirdi.
Bir an durgunluk yaşamış olsak da kaybettiğimiz bir şey yoktu henüz. Dünya yıkılsa oynadığımız oyundan taviz verecek değildik. Ancak gol de bir türlü gelmiyordu.
İkinci yarının 68. dakikasında İtalyanlara göre sağ taraftan aldığı pasla soldan sağa doğru hızla hareketlenen Falcao Fahrettin, panikleyen iki Rossi’yi de zorlanmadan geçip füzesini kaleye gönderdi. Topu Zoff dahil hiç kimse görememişti. O güzel golden sonra anladım ki daha yeni seyrettiğimiz Quasimodo’nun da gönül verdiği Esmeralda’yı canlandıran Gına Lollobrigida’nın sevgisine fazlasıyla layıktı.
Aslında skorun bizim açımızdan önemi yoktu çünkü biz oyundan zevk alıyorduk ancak tamamı Rossi’den oluşan rakibimizin kafasındaki tek şey galibiyetti. Dakika 74 olduğunda korner atışından seken kör bir top ceza alanının içinde Rossi’nin önünde bitiverdi. Bizim Ethem, Perez değil de Mayer olsaydı bu golü yemezdi. Ama skor 3-2 olmuştu bile.
Uyandığımda maç çoktan bitmişti
Zamanımız vardı, oyunumuza devam edebilirdik. Ancak yediğim çürük meyvelerden olacak bağırsaklarım beni sahada rahat bırakmıyordu. Maçı terk edip sahanın hemen yanındaki evimize koştum. Çok zaman geçirmeden rahatlayıp sahaya döndüğümde Alamancı topunu alıp gitmişti. Oyun bitmiş biz de yenik sayılmıştık.
Arkasından küfür ede ede tekrar eve dönüp Dünya Kupası maçı izlemek için televizyonun başına oturduğumda gözlerim kendiliğinden kapandı.
Uyandığımda maç çoktan bitmişti. Babam ben sormadan söyledi:
“Brezilya’nın gollerini Falcao ve Socrates attı. İtalya’nınkileri bütün Rossi’ler.”
1982 Dünya Kupası’nda İtalya ile Brezilya arasında oynanan, efsanevi ikinci tur grup maçı: