MEHVEŞ EVİN
Başlıktaki cümleyi neredeyse her gün tekrarladığımızın, bunun anlamının farkında mısınız?
Ne zaman ki internet yavaş, sosyal medyaya erişim engelli, anlıyoruz ki ‘yine’ bir şey olmuş ve devlet ‘şalteri’ indirmiş!
Düşülen hale bakın…
OHAL Türkiyesi’nde 160’tan fazla medya kurumu kapatıldı. Haber siteleri, hatta VPN hizmetleri engellendi, engelleniyor. Yayın yasakları getirildi, ‘düşman’ ilan edilen gazeteciler hapse atıldı veya adliyelerde süründürülüyor. Merkez medyayı hükümet bizzat denetliyor.
Ama belli ki bunlar dahi yetmedi, yetmiyor. Vatandaşın temel haklarından biri olan internete erişim tamamen engelleniyor…
Yalnız “Yeni Türkiye”ye has bu durum “Eski Türkiye”yi hatırlatmakla kalmıyor, fersah fersah ötesine geçiyor:
1- Tarihte eşi benzeri olmayan bir şiddet ortamının göbeğindeyiz ve her geçen gün tehlike büyüyor,
2- Şeffaflıktan uzak uygulamalar, toplumun bir kesiminin siyaset ve sivil toplumun dışına itilmesi, kan ve intikam çağrıları, kaos ve çatışma ortamını körüklüyor,
3- Buna karşılık bilginin tamamen tek elde toplanması çabası sürüyor ve kısmen başarılı oluyor.
Buz gibi bir sessizlik ve kuru bir açıklama
Bilgi akışının engellenmesi, halkın haber hakkından mahrum edilmesi; tahmin, hurafe, manipülatif haber veya komplo teorilerine dayanan kaynaklara rağbeti de artırıyor.
İnternetin acemisi olan veya kullanmayan kesim, bir olayla ilgili iddiaları, farklı görüşleri dinlemek bir yana, ne olup bittiğini dahi öğrenemiyor.
Tek duydukları, gördükleri, rejimin uygun gördüğü biçim ve açıklamalar. Ya da son olayda olduğu gibi, buz gibi bir sessizlik ve kuru bir “Videoyu inceliyoruz” açıklamasıyla yetinmek zorundalar.
İnternetin kesintiye uğratıldığı son ‘olay’lara bakalım:
Bakan Albayrak’ın maillerinin ‘hack’lenmesi, Beşiktaş saldırısı, Rus elçi suikasti ve son olarak IŞİD’in yayınladığı iki Türk askerinin yakılması videosu.
Korkunç videonun kesintisiz yayınlanmasını elbette savunmuyoruz. Son derecede rahatsız edici, ağır vahşet görüntüleri içerdiği için değil, örgütün propagandasına yaradığı ve medya etiğine aykırı olduğu için.
Öte yandan tutsak askerlerin başına gelenleri örtbas etmeye kalkmanın, medyaya topyekun yasak getirmenin kimseye faydası yok.
Faydası olmadığı gibi kırılgan, çaresiz bir devlet imajını güçlendiriyor.
Yayınlamalı mı, peki nasıl?
İki yıl önce iki Amerikalı gazetecinin başının kesildiği video büyük tartışmalara neden olmuş, medya bu gibi vahşet içeriklerini nasıl vermeli üzerine çok tartışmıştı.
Profesyonel Gazeteciler Birliği (Society of Professional Journalists) bu gibi durumlarda birinci etik kuralın ‘zararı en aza indirmek’ olduğunu söylüyor: “Gazeteci, kamuoyunun haber alma hakkıyla vereceği potansiyel zararı dengelemeli. ‘O videonun kesintisiz yayınlanması, askerlerin yakınlarına, çocuklar gibi korunmasız bireylere zarar verir mi, vermez mi?’ sorusunun sorulması ve buna göre karar verilmesi gerekir. Takdir edeceğiniz gibi, ‘zararı en aza indirmek’ haberi hiç yapmamak anlamına gelmiyor.
İkinci kural: Bilginin hukuken erişebilir olması, yayınlamak için etik gerekçe teşkil etmeyebilir. Yani yoğun şiddet ve propaganda içeren bir videoyu izleyebilmek, medya için kesintisiz yayınlamanın etik olduğu anlamına gelmez.”
Tabii bu etik kurallar, ‘normal’ demokrasilerde geçerli.
Çünkü gazetecilik, kendini yönetebilen toplumlar için büyük faydalar sağlarken ‘uygunsuz, rahatsız edici, üzücü’ haberler yapabilir. Burada kriter, ‘devlet büyükleri’ni veya ‘devlet’i değil, korunmasız bireylere verilecek zararı gözetmektir.
İki askerin vahşice katlinin karşısında kan donduran sessizlik
Türkiye’yi yönetenler belli ki halkın haber alma hakkını, gazetecilere bırakılmayacak kadar ‘ciddi bir konu’ olarak görüyor.
Şiddet olayları kontrol edilemediği gibi, askeri ve siyasi yetkililerin de sorumluluğunu gündeme getireceğinden, tamamen yasaklama yoluna gidiliyor.
Askerlere ait olduğu iddia edilen video, ne kadar azap verici olsa da üzerinden neredeyse 24 saat geçmişken, bir açıklamayı hak etmiyor mu?
Son olarak: 2003’te başına çuval geçirilen askerleri hatırlıyor musunuz? Yıllarca nasıl eleştirildi, nasıl yerden yere vuruldu, Amerikan karşıtı siyasette nasıl kullanıldı…
Peki IŞİD’in insanlık dışı infaz ettiği, Türkiye devleti ve yöneticileri aleyhine sözler söylettirdiği askerler hadisesinde ne denecek?
‘Fırat Kalkanı’ harekatında şimdiye dek 37 asker hayatını kaybetti, sivil can kaybıysa 88’e ulaştı.
Siyasetçiler, video iddiası karşısında sessizliğini korurken şehit ve kayıp haberlerini dünyanın en normal şeyiymiş gibi karşılıyor. Medya, hükümetin politikasını eleştirmeyeyim diye bu kayıplardan bahsetmiyor bile!
Sorumluluğun sadece iktidar partisinde değil, Meclis’teki üç partinin omuzunda olduğunu hatırlatarak bitirelim: Siyaset dışı bırakılan HDP hariç, tüm partiler sınırötesi harekatı onaylamadı mı?
Hepsinden açıklama bekliyoruz. Şimdi popülizm ve ikiyüzlülük değil, yas zamanı.