CANAN COŞKUN
canancoskun2@gmail.com
@canancoskun
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin yıllık raporlarına göre İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’yi son 10 yılda 228 milyon avro maddi ve manevi tazminat ödemeye mahkum etti. Tazminatı Bakanlar Kurulu kararına göre ihlale neden olan kamu görevlisinin ödemesi gerekiyor. Ancak bu uygulama hukukçulara göre çoğu zaman işlemiyor. Bu nedenle tazminat devlet bütçesinden ödeniyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) hak ihlali tespitinde bulunduğu başvurularda ihlalin ortadan kaldırılabilmesi için devletlerin şikayetçilere maddi veya manevi tazminat ödemesine hükmedebiliyor. Bu tazminat ise devletin bütçesinden karşılanıyor. Ancak, Avrupa Birliği müktesebatına göre bütçeden ödenen tazminatın eylemi işleyen ya da sorumlu olan kamu görevlisinden tahsil edilmesi gerekiyor. Bakanlar Kurulu’nun bu kararı 24 Temmuz 2003 tarihli Resmi Gazete’de yayımlandı. Peki bu uygulama ne kadar işliyor?
Milyonlarca avro tazminat
İhlalin sorumlu kamu görevlilerinden tahsil edilmesiyle ilgili hükümet yetkilileri tarafından yapılan açıklamalar birbiriyle çelişiyor.
Örneğin Mayıs 2014’te dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, 63 dosyada toplam 9 milyon 295 bin liranın ihlale neden olan kamu görevlilerinden tahsil edildiğini açıklamıştı.
Şubat 2017’de ise CHP Antalya Milletvekili Çetin Osman Budak, Adalet Bakanı’nın cevaplaması istemiyle bir soru önergesi vermiş ve son 10 yılda kamu görevlilerinin iş ve işlemleri sebebiyle devlet aleyhine kaç tazminat davası açıldığını, bu kapsamda ne kadar tazminat ödendiğini, tazminatların ne kadarının sorumlu kamu görevlisine rücu edildiğini sormuştu.
Bozdağ’ın aleyhe sonuçlanan davalarla ilgili verdiği bilgiye göre Türkiye 2012’de 1 milyon 707 bin avro, 2013’te 3 milyon 363 bin avro, 2014’te 4 milyon 801 bin avro, 2005’te 1 milyon 503 bin avro, 1 Ağustos 2016 itibarıyla da 1 milyon 821 bin avro tazminat ödedi.
Maliye Bakanlığı’nda bilgi yok
Bozdağ ayrıca AİHM kararları kapsamında yapılan her tazminat ödemesinden sonra ödeme evrakının ilgilisine rücu edilmek üzere Maliye Bakanlığı’na gönderildiğini söyledi. Rücu yoluna ilişkin başka bir işlem yapılmadığını da ekledi.
Soru önergesine o dönem Maliye bakanı olan Naci Ağbal’ın yazısı da eklenmişti. Ağbal kamu görevlilerinin iş ve işlemleri nedeniyle devlet aleyhine açılan tazminat davaları sonucunda yapılan ödemelere dair bir bilgi bulunmadığını söylüyordu.
Bozdağ’ın verileri eksik
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi her yıl AİHM kararlarının devletler tarafından icrasıyla ilgili raporlar hazırlıyor. Raporlardan Bozdağ’ın açıkladığı verilerin eksik olduğu anlaşılıyor. Konseyin raporlarında ve ülke bilgi özetinde 2011 – 2019 yılları arasında Türkiye’nin aleyhine sonuçlanan başvurulara ilişkin sayısal veriler de yer alıyor. Buna göre Türkiye’nin son 10 yılda mahkum olduğu davalarda hükmedilen maddi ve manevi tazminat miktarları şöyle:

Raporlara göre Türkiye’nin 2014’te ödemek zorunda olduğu tazminat miktarı son 10 yılın en yüksek rakamıydı. Çünkü o yıl mahkeme, Güney Kıbrıs’ın 1994’te Kıbrıs Harekâtı’na dair açtığı tazminat davasında Türkiye’yi 90 milyon avro tazminata mahkum etmişti. Bu yıla ilişkin tespitlerin yapıldığı raporda taraf devletler tarafından uygulanmayı bekleyen kararlardaki hak ihlallerinin yüzde 20’si güvenlik güçlerinin eylemlerinden, yüzde 14’ü kötü cezaevi koşullarından, yüzde 11’i makul sürede sonuçlanmayan yargılamalardan, yüzde 7’si yerel mahkeme kararlarının geç uygulanması ya da hiç uygulanmamasından kaynaklandığı belirtildi.
Sorumluların tazminatı ödemesi
Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ulaş Karan, Avrupa Konseyi’nin verilerine dayanarak AİHM tarafından bugüne kadar verilen kararların yüzde 25’inin icra edilmediğini söyledi.
Diken’in sorularını yanıtlayan Karan konuyla ilgili şöyle konuştu: “İhlal kararlarının doğurduğu bir başka yükümlülük ise benzer ihlallerin ortaya çıkmaması için genel nitelikli önlemler alınması biçiminde ortaya çıkıyor. Bu noktada gündeme gelebilecek önlemlerden birisi de ödenen tazminatların ihlalden sorumlu olan kişilere rücu edilmesidir. Ancak rücu mekanizmasının işletilmesi pratik olarak çoğu zaman mümkün olmayabiliyor. Örneğin makul sürede yargılanma hakkının ihlaline dair verilen bir karardan sorumlu olan tek bir hakim veya savcı bulmak mümkün değildir. Yıllara yayılan bir yargılamada çok sayıda hakim veya savcı görev yapabilmektedir. Yine başvuruya konu olan yargılamalar çoğunlukla birden fazla aşamadan geçerek kesinleşmekte ve yine çoğu durumda hem ilk derece hem de yüksek mahkemelerce ayrı ayrı değerlendirmektedir. Bu ve başka nedenler rücu mekanizmasını somut durumda işletmek kolay gözükmüyor.”
Disiplin soruşturmasının önündeki engel
“Rücu mekanizması yanında işletilebilecek bir diğer yol ise ihlalden sorumlu olan kamu görevlilerinin disiplin sorumluluğuna gidilmesi olabilir. Bu tür bir yolun bugüne kadar işletildiğine dair emareler göze çarpmıyor. Ancak örneğin Anayasa Mahkemesi kararlarının başvurucu bakımından somut durumda uygulamama yönünde açık direnç gösteren yargı mensupları -ki bu durum aynı zamanda bu kişiler bakımından görevi kötüye kullanma suçunu da oluşturuyor- veya yargı organlarınca ihlallerde sorumluluğu tespit edilen kolluk görevlilerine yönelik disiplin mekanizmalarının işletilmesinin önünde bir engel bulunmuyor. Bu tür bir uygulamanın ortaya çıkmamasının nedeni olarak ise hakim ve savcılar bakımından Hakimler ve Savcılar Kurulu, kolluk görevlileri bakımından ise yürütme organının tutumu olduğu görülüyor.”
Karan, yasal düzenlemenin belirsiz olduğuna değinerek bu durumun idareye geniş bir takdir yetkisi bıraktığını belirtirken, göze çarpan değişiklik ihtiyacı için siyasi iradenin ortaya çıkması gerektiğini söyledi.
Cumhurbaşkanına bağlandı
Karan’ın da değindiği üzere Devlet Memurları Kanunu’nun 13. maddesi sorumlu kamu görevlisine değil kurum aleyhine dava açmaya izin veriyor.
Madde, kamu görevlilerinin yalnızca ‘zimmete geçirme’ ve ‘işkence ya da zalimane, gayri insani veya haysiyet kırıcı muamele’ suçlarından dolayı yine Hazine tarafından hak sahibine ödeme yapılacağına hükmediyor. Ancak zararların nevi, miktarlarının tespiti, takibi, amirlerin sorumlulukları ve yapılacak işlemlerle ilgili hususlar 2 Temmuz 2018 tarihli KHK ile cumhurbaşkanına bağlandı.
‘Bu yük toplumun üzerinde’
Zararın sorumlu kamu görevlisinden tahsil edilmesiyle ilgili hatırlanan yalnızca bir karar var. Siyanürle altın çıkartılmasına karşı Bergamalı köylüler 1992’de yargı sürecini başlatmıştı. 10 yurttaş, AİHM’in hak ihlali kararı vermesinden sonra elde ettikleri 3’er bin avroluk tazminatın sorumlu olarak gösterdikleri Bülent Ecevit, Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’dan tahsil edilmesi için dava açtı. İdare mahkemesi davayı reddetti, Danıştay da kararı bozdu. Bozma kararında, kamu görevlilerinin kişisel kusurundan kaynaklanan zararın sonucunda ödenen tazminatın sorumlu personelden rücu edilmemesinin, bu yükün toplum üzerinde bırakılması anlamına geleceği belirtilmişti.
Kamu görevlilerine dokunulmuyor
Çevre hakları avukatı Arif Ali Cangı, çevre hakkı ihlalinde kamu görevlisinin suç niteliğinde eylemi varsa tazminatın bu kişiden rücu edilebileceğini ancak buradaki sorunun çevre hakkının ihlalindeki kabul edilebilir bir zararın tespiti olduğunu söyledi.
Cangı sözlerine şöyle devam etti: “Bir süredir, ihlale yol açan kamu görevlilerinin sorumlu tutulması değil, dokunulmaması uygulaması yürürlükte. Bunun yasal değişikleri de büyük oranda gerçekleşti. Örneğin İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun yargı kararlarının uygulanmasına ilişkin 28/4. maddesinde 2014 yılında ‘Mahkeme kararlarının süresi içinde kamu görevlilerince yerine getirilmemesi hâlinde tazminat davasının ancak ilgili idare aleyhine açılabileceği’ şeklinde değişikliğe gidildi. Değişiklikten önce ‘Mahkeme kararlarının otuz gün içinde kamu görevlilerince kasten yerine getirilmemesi halinde ilgili, idare aleyhine dava açabileceği gibi, kararı yerine getirmeyen kamu görevlisi aleyhine de tazminat davası açılabilir’ şeklindeydi. İdari yargı kararlarının uygulanmaması özellikle çevre hakkı ihlalinin devam ettirilmesi sonucunu doğurması açısından, bu değisiklik çok önemli. Öyle ki aynı yasa değişikliği ile ‘Mahkeme kararlarının yerine getirilmemesi ceza soruşturması ve kovuşturmasına konu edilemez’ düzenlemesi dahi getirilmişti. Neyse ki Anayasa Mahkemesi bu kısmı iptal etti.
Türk Ceza Kanunu’nun 181. ve 182. maddelerinde çevreyi kasten veya taksirle kirletme suçu düzenlenmiştir. Bu maddelerin uygulanması tam olarak gerçekleşmiyor. Diğer yandan kirliliğe neden olan faaliyet için izin, ruhsat ve lisans gibi bir idareden alınmış ise faaliyeti yürüten kişiler hakkında da ceza verilmemektedir. Bunun yanı sıra o izinleri veren kamu görevlileri hakkında da hiçbir işlem yapılmamaktadır. Oysa verilen izinle o kirliliğe yol açılmıştır. Hiç olmazsa ilgili kamu görevlilerinin görevi kötüye kullanmaktan soruşturulması ve kovuşturulması gerek. Bunun uygulanması halinde mahkum olan kamu görevlisi eyleminden doğan kamu zararını karşılamak zorundadır. Çevreye verilen zarar da en önemli kamu zararıdır.”