MURAT SEVİNÇ
Aziz Nesin’in meşhur hikâyesidir…
Ağa traktörüyle pazara giderken aynı yere yürüyen çoban Memet’i görür, alır traktöre. Yolda bir mayıs görürler, yani hayvan pisliği, ağaının canı eğlenmek istiyor, Memet’e o pisliği yerse traktörü hediye edeceğini söyler, Memet fırsatı kaçırmaz, inip bir güzel yer, ağa traktörü kaybeder, durup dururken. Memet traktörü alır almasına, ancak onda da bir iç sıkıntısı, kolay değil, yemiş yiyeceğini. Dönüş yolunda, ikisinde de bir hüzün, Memet birden traktörü durdurur ve ağaya, oradaki hayvan pisliğini yerse traktörü iade edeceğini söyler. Koskoca ağa, işin ucunda traktör var, ne yapsın, kapatır gözünü bir çırpıda yutar. Ağa yeniden direksiyona geçer. Kasabaya varırlar. Ağa, Memet’e der ki, “Yola çıkarken bu traktör benimdi, döndük yine benim, ula Memet, o zaman biz bu boku niye yedik?”
Türkiye siyaseti çok sık hatırlatır bu hikâyeyi insana. Yanlış hatırlamıyorsam ilk olarak 2007’de Radikal 2’deki bir yazıda anmıştım Ağa ile Memet’i, 367 tartışması ve sonuçlarına ilişkindi; kimi akıl daneleri Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçilemesin diye Anayasa’yı eğip büktü, AYM siyasi mücadeleye alet oldu, sonunda, erken seçim kararı alındı, AKP oyları yüzde 47’ye fırladı, ardından Gül cumhurbaşkanı seçildi ve krizi Allah’ın lütfu kabul eden AKP bir anayasa değişikliğiyle Türkiye sağının-siyasal İslamcısı’nın tarihsel düşü ‘cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi’ne ilişkin düzenlemeyi halkoylamasında kabul ettirip sistem değiştirdi. Size de Aziz Nesin’i anımsatmıyor mu bugün olup bitenler?
Laiklik, Osmanlı-Türk anayasacılığında laikleşme, yakın tarih laiklik tartışmaları üzerinde çok gevezelik ettim, her şeyi yinelemeye yer ve gerek yok. İki şeyi hatırlatıp geçeyim: Yeryüzünde laik-seküler olmayan bir demokrasi yok. Bu bir. İkincisi, Türkiye’de laiklik meselesi hemen her zaman ‘türban’ üzerinden gündeme geldiği için, aslında kamuoyunda/siyasetçiler arasında hiçbir zaman olması gerektiği gibi tartışılmadı. Türkiye laikliği-sekülerliği ve bu anayasal ilkenin gereklerini değil, ‘bir inancın bir yorumunun bir uygulaması’nın kamusal görünürlüğünü konuştu. Bugün de aynı şey oluyor, çünkü başka bir yol yordam bilinmediği gibi, denenmek de istenmiyor. Ola ki denenirse dürüstçe konuşmak gerekecek, buna yanaşmıyorlar.
Peki, görüyoruz muhalefetin yapmaya çalıştığını, hiç kimse enayi değil, sürekli kullandıkları bir argümanı ellerinden almak istedi CHP, bir de belli ki Kılıçdaroğlu’nun adaylığı söz konusu olursa, İslamcı siyasetten gelenlerin elini rahatlatmak istiyorlar vs. Evet, her şey açık, Kılıçdaroğlu’nun konuyla ilgili samimiyetinden kuşku duymak için bir nedenim de yok, buna da peki.
Güzel de, “Ne gerek var?” sorusu çok mu yersiz güzel kardeşim, ne gerek var?
Neden bunca hayati sorunun ortasında, sansür yasasıyla sosyal medyanın sesi kesilmek üzereyken, ülkede akıl almaz işler oluyorken, hepimiz pahalılık altında ezim ezim eziliyorken, sınıf çatışması bu denli berraklaşmışken, laikliğin değeri geniş toplum kesimlerince her geçen gün biraz daha anlaşılıyorken, üstelik artık olmayan bir sorunu yeniden gündeme getirmek, hangi aklın ürünü tam olarak, nasıl bir siyasi hamle, kime ne yararı var?
Çevremde çokça namazında niyazında insan var, çoğu muhalefete, CHP ve diğerlerine oy verecek. Vermeyecek olan, muhalefet evliyaları aday yapsa yine vermeyecek. Kabul, azımsanmayacak oranda kararsız seçmen gri bir alanda bekleşiyor, peki o kararsızların derdi türban mı, din mi, neden altılı masadaki muhafazakâr partilere koşmuyorlar o zaman, neden hâlâ kararsız bu insanlar, karar verdirecek olan daha fazla din ve milliyetçilik mi, öyle olsa iktidardan neden kopsunlar, dindarların hepsinin muhafazakâr olduğunu kim söylemiş, başka bir dertleri hayalleri yok mu insanların… Şu basit sorular size de çok basit görünmüyor mu?
Bu yasa önerisinin, yalnızca bu önerinin, seçmen üzerinde çok büyük bir etkisi olur mu; falcı olmamakla birlikte, sanmıyorum. Kılıçdaroğlu ve muhalefete oy vermeyecek kitlelerin, “Başörtüsü yasal güvenceye alınacakmış, hadi muhalefete oy verelim” diyeceğini de, Erdoğan anayasa değişikliği önerdiğinde aynı insanların “AKP anayasal güvence verecekmiş, vazgeçtik, hadi cumhura koşalım” diyeceğini de, tahmin etmiyorum.
Ancak bu konu elbette AKP tarafından gayet güzel kullanılabilir, konu anayasa tartışmasına, başkaca konuların pakete eklenmesine, durup dururken yeni anayasa değişikliği düzlemine çekilebilir. Bu tip rejimlerin alametlerinden biri, hemen her tartışmayı bir ‘plebisite’ dönüştürmesi, el yükseltmesi. Buradan beslenir, ayrışmayı o yöntemle belirgin hale getirirler. Ülke şu haldeyken, iktidarın eline uzun süre gündem yapacağı bu denli kırılgan bir konuyu vermek, üstelik “Anayasa değişikliğine de varız” gibi açıklamalar yapmak, hakikaten akıl fikir almaz işler.
Neden şekerim, neden, neden, neden, nereden çıktı anayasa değişikliği, siz o değişiklik paketine herkesi zor durumda bırakacak hangi düzenlemeleri sıkıştıracaklarını tahmin etmiyor musunuz, neden, neden, neden bu yolu açıyorsunuz, her Allah’ın günü meşruiyetini sorguladığınız bir yönetimle masaya oturup anayasa değişikliği mi tartışacaksınız, neden, neden, neden, neden, neden, neden, neden, neden, nedir sizin derdiniz? Siyasetçilerin baktığı yerden bizim, bu ülkenin ne yaşadığı tam olarak görünmüyor mu? Heeeeeeeeeyyyyyyy size söylüyorum, söylüyoruz, duyuyor musunuz ey muhalif siyasetçiler, ne yapıyorsunuz siz, derdiniz nedir?
Ortada bir yasak yok. 12 Eylül’den kalan yönetmelik zaten yıllar önce değiştirilmişti. Zamanında, üniversitedeki türban yasakları, türbanı yasaklayan bir yasa olduğu için değil, AYM’nin 1990’da verdiği bir ‘yorumlu ret’ kararı ardından, yargı, Danıştay, üniversite idareleri vs. öyle karar verdiği için yaşandı. Sorun yasalardan değil, yargı ve idare kararlarından kaynaklanıyordu. Sonunda, mahkeme kararlarıyla değil, olması gerektiği gibi toplum içinde ve siyasetle çözüldü. Şimdi, ortada bir yasak yokken yasa çıkarıp kılık kıyafeti güvence altına almaya çalışmak, olsa olsa gelecekte yeni sorunlar doğmasına yol açar, buna kuşku duyulmasın. İşin içine ‘yasa’ girdiğinde, aslında yasa konusu olmaması gereken konular, başkaca ve içinden çıkılmaz hukuksal sorunlara neden olabilir.
Mevzuatta yasak olmayan bir kıyafetin, artık tartışılmadığı bir dönemde ve üstelik sansür yasası Meclis’teyken, bir kez gündeme getirilmesinin, biz ölümlülerin kavrayamadığı üstün bir siyasi öngörünün ürünü olmasını, yürekten dilerim. Sonucunu bilmek mümkün değil, ancak, üzerine pek düşünülmemiş gibi görünen bu işin, parti-devlet idaresinin plebisiter demokrasi sevgisini depreştireceği, bunun ihtimal dahilinde olduğu kanısındayım. Ya da, burası Türkiye olduğu için, boşu boşuna gevezelik ediliyor, sonunda elle tutulur hiçbir sonucu olmayacak, ne muhalefet ne iktidar açısından.
Muhalefetin, siyasetini dönüp dolaşıp bir kez daha iktidarın yalapşap çizdiği sınırlara sıkıştırmasını, üstelik şu haldeki bir iktidarın propagandasından çekinmesini, benim şuncacık aklım almıyor. Başkaca diyecek bir şey bulamıyorum. Tamam, telaşlanmayalım, umalım ki her şey çok güzel olsun, peki, haklısınız, umudu kaybetmeyelim, tamam olmasına tamam da, ne gerek var, ne gerek var, ne gerek var…
Hiçbir yararı olmayacağını bilerek, bir kez daha hatırlatmak isterim: Almanya’da, 1930’lu yılların hukukçusu Sebastian Haffner, 1914 ile 1933 arasını anlattığı ‘Bir Alman’ın Hikâyesi’nde şöyle diyor:
“Sosyal demokratlar 1933’teki seçim mücadelesini dehşet verecek kadar aşağılayıcı bir tarzda, Nazilerin sloganlarının arkasına takılıp kendilerinin de ne kadar ‘milli’ olduğunu vurgulamaya çalışarak geçirmişti.”
Yazı önerileri:
- Konuya ilişkin Metin Günday ve Levent Köker, söyleneceği söyledi, buraya bırakıyorum.
- Ümit Kıvanç’tan, “Neye hazırlanmalı?”
- Tanıl Bora’nın ‘Odunu koysak seçilir’ başlıklı yazısı.